14 Eylül 2015 Pazartesi

BEYHUDE ÖMRÜM



ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Beyhude Ömrüm
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 23. Baskı Eylül 2014
İÇERİK (MUHTEVA) ÖZELLİKLERİ:
ESERDE İŞLENEN KONU: 
1.      Daha ortaokul ikinci sınıfta iken babasını kaybeden ve ailesinin bütün yükü omuzlarına yüklenen bir köy çocuğunun hayat mücadelesi, hayalleri, sevinçleri, üzüntüleri ve yaşamı ele alıyor.
2.       Tabiat sevgisi, tasavvuf, köyden kente göç gibi konular onun bu hikâyesinde sıklıkla yer alır ve bunu geleneksellikten kopmadan, edebi bir boyutta işler.


ESERİN ANA FİKRİ
      Yazarın içindeki tabiat aşkı
      Türkiye’deki toplumsal değişme ve köylerin boşalması
c   Tasavvuf
Aslında eserde anlatılanlar bir imgedir. Sırasıyla insanın dünyaya gelişi, buradaki macerası ve bu dünyadan göçüşü tahkiye yoluyla anlatılır.
ESERDE YER ALAN İMGELER
1.      Toprak İmgesi
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL DEĞERLER:
     Aile
     Evlilik
c   Aile içi ilişkiler ve komşu ilişkileri
d  Göç hareketliliği ve sorunu
ESERİN ŞAHIS KADROSU:
GÜLPAŞA ÇAVUŞUN OĞLU (Yadigâr): Hikâyenin asıl kahramanı. Hikâye tamamen onunda ağzından anlatılır. Doğaya âşık biri;  bulunduğu şartlarda yeni arayışlar içinde olan biri. Ailesini bir arada ve bulunduğu yerde tutmak için çabalayan,  hırslı, çalışkan,geleneklerine bağlı bir köylü.
EŞİ: Tipik Anadolu kadını; eşini ve ailesini perde arkasından yöneten bir kadın. Yerine göre sert, yerine göre yumuşak huylu. Eşini dinleyen, sakinleştiren ve dediğini yaptıran tiplerden. Yalnız kadınların karakteristik özelliği onda da var bir lafı söylemek için çok konuşuyor.
OĞLU:  Köy delikanlısı, becerikli biri. babasının dediğinden çıkmayan delikanlı günü geldiğinde köyün diğer gençleri gibi İstanbul’a gitmek için babasına karşı çıkıyor.  Genç delikanlı dayısını rol model olarak kabul ediyor.
GELİNİ (RAHİME): Hamarat köy kızı.
KAYINPEDERİ: Durmadan şehri öven; kendisi şehirde duramayan bir insan. Şehirdeki oğullarını methederek zaman geçiriyor.
MUHTAR: Gücünü kötüye kullanan bir insan tipi.
DELİ DERVİŞ: Tasavvuf ehli.
EMRULLAH HOCA: Köyün imamı, bilgesi. Yardımsever bir insan.
HACALİ: Kasabanın berberidir. Kahramanımızın babasının yakın arkadaşı.
ENİS BEY: Kasabanın hâkimidir. Ailesi tarafından terk edilmiş, sürekli içki içen bir adamdır.
ÇERÇİ CEMİL VE TAHSİLDAR ATIF: Muhtarın yakın dostları.
SELVİHAN: Muhtarın karısı.
HEDİYE: Muhtarın kızıdır.
MUHTEREM BEY: Emekli olduktan sonra köye dönen köyün zenginlerinden biri.


YAZARIN ÜSLUBU:
Yazar hikâyenin anlatımında güzel ve pürüzsüz bir dil kullanmıştır. Düşüncelerini sade ve akıcı bir şekilde aktarmıştır. Yöresel ağza sıkça başvurulmuştur.
MEKÂN:
1950’li yılların Türkiye’sinin bir köyü. Yolu, suyu ve elektriği bulunmayan;  ama mutlu bir köy. Hikâyede genellikle köy isimleri zikredilmiştir. Çimen Dağının ismini dikkate aldığımızda hikâyenin Erzincan’da geçtiğini söyleyebiliriz. Erzincan’dan başka birkaç vilayet ismi daha zikredilir. Örneğin Muş, Urfa, Gaziantep vs.
ZAMAN:
Zaman da belli değildir. Olay, köyden kente göçün çok hızlı olduğu, pek çok köyde elektriğin, suyun,  yolun, okulun bulunmadığı bir dönemde geçiyor.
HİKÂYENİN ÖZETİ:
“Beyhude Ömrüm” adlı hikâyede Mustafa Kutlu, Anadolu’nun vahşi tabiatı karşısında yılmadan, toprakla mücadele ederek kendi kurtuluşunu kendisi yaratan, kıraç bir kayalıkta bahçe kurma idealini gerçekleştiren kahraman bir Anadolu köylüsünü konu edinir. Hikâyede kahramanın adı verilmez, ancak babası onu ecel döşeğinde arkadaşı Berber Hacı’ya emanet eder. Berber Hacı kahramana Yadigâr diye seslenir. Yadigâr, hikâyede adı tam olarak geçmeyen ancak Çimenli Dağ yakınlarında bir köy olduğu anlaşılan kıraç, susuz bir köyde yaşamaktadır. Eserde tarlaların durumu “Susuza ekiyoruz, tarlalarımız çukur, yamaç, kıraç.”  sözleriyle belirtilmektedir. Gülpaşa’nın oğlu tarlada çalışırken kendi tarlasının karşısında bulunan Islak Kaya denilen yeri görür. Kayanın etrafında ıslak yosunların, otların olması aklına oralarda su olabileceği fikrini getirir ve azimle o kayayı oradan söküp tarla açabilmek için çalışmalara başlar. Çalışmaları sırasında köylünün define arıyor söylentilerine aldırmadan hedefine varmak için var gücüyle çalışır. Askerlik günlerinde yediği meyveleri hatırladıkça daha bir azimle amacını gerçekleştirmeye koyulan hikâye kahramanı sonunda kendisine her türlü güçlüğü yaşatan Muhtar Halil’e rağmen içine düşen yeşilin ateşini yeşertmeyi başarır. Kendisine çok istediği nar hariç, arzu ettiği diğer meyveleri yetiştirebildiği bir bahçe kurar. Buraya kadar her şey güzeldir. Ancak hesaba katmadığı bir durum vardır. Anadolu 1950’li yılları yaşamaktadır. Ekonomide görülen hızlı sanayileşme ile birlikte köyden kentlere göç olayı yoğun bir şekilde yaşanmaktadır. Gülpaşa’nın oğlunun çocukları da köyden  göçme kararı alırlar. Gülpaşa bütün ömrünü vererek yeşerttiği bahçesinin beyhude olduğunu oğlunun “Bırak baba, dört tane ağacın başını mı bekleyeceğiz burada” sözleriyle anlar. Yazar, fanilik hissini derinlerinde hisseden hikâye kahramanı aracılığı ile eserde hayatın metafizik boyutunu da gözler önüne serer. Bu metafizik boyut “İnsanoğlu dünyaya niçin gelir? Herhalde bir bahçe kurmaya gelir. Dünya dediğimiz de bir gurbet değil mi?” sözleriyle dünyada yaşayan herkesin bir bahçe kurduğu, sonunda herkesin bahçesinin bir fanilik olduğu metaforuyla işlenir.
Eşiyle ve köyde kalan üç-beş kişiyle, artık elektriği, suyu, yolu olan, okulu, sağlık ocağı bile yaptırılan köyünde yaşam mücadelesi verirler. Kısa süre sonra eşi ölür.Bu hayatta yalnızdır.Tek başına,karların arasında gökten üzerine bin bir renkte çiçekler yağarak ölür ve bir bahçeye gömülür.
SON BAKIŞ:
Mustafa Kutlu, Beyhude Ömrüm adlı bu hikâyede insanın yaratılışı ve cennetten çıkışından yola çıkarak tekrar özüne dönüşünü anlatmaya çalışıyor. İnsan özünden ve yurdundan uzaklaşmıştır. Bu özlemi gidermenin mücadelesini vermelidir. Bu mücadele yaradılış maddesi olan toprakta devam etmektedir.
Tasavvuf terimlerinin ve tasavvuf kültürünün çokça kullanıldığı hikâyede İslam dini ve kültürünün sürekli bir eylem halinde olduğuna dem vurularak hikâyenin kahramanı sürekli mücadele halinde anlatılmıştır. Hikâye kahramı tasavvuf ve tarik akımının bazı mensupları gibi dünyaya ve yaşama küsmemiştir. Hayat kitabımızın belirlediği kader anlayışına sahip olup yanlış bir kaderci anlayışa sahip değildir. Hikâyenin kahramanı tasavvuf ve tarik erbabının bir kısmının bir hırka, bir lokma düşüncesinin aksini mücadeleci ruha sahip olup sürekli yeni bir şeyler yapma derdindedir.
Türk köylüsü ile kıyaslandığında kendi bulunduğu coğrafyada bazı şeyleri değiştirebileceğine inanıyor ve yapıyor.
1950’li yılların getirmiş olduğu sanayi devrimi insanlara birçok kolaylıklar sağlamanın yanı sıra insanlara yeni bir sürgün yeni bir özden uzaklaşma hali yaşatmıştır. Öyle ki baba ile evlat birbirinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Evlatlar babalarının yaptıklarını beğenmez olmuşlardır.
Hikâyenin kahramanı sanayi gelişmelerine inat köyüne özüne yani toprağa geri dönmüştür. Mücadelesini tüm zorluklara rağmen ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Müslüman’a emeklilik yok deyip son nefesinde bile bahçesine bakmaya gitmiştir.
Huzuru ve mutluluğu ebedi yurdunda bulma umuduyla son nefesini vermiştir.
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder