ESERİN KİMLİĞİ
ESERİN ADI: Beyhude
Ömrüm
YAZARI: Mustafa KUTLU
YAYIN EVİ: Dergâh
BASKI SAYISI: 23. Baskı
Eylül 2014
İÇERİK (MUHTEVA)
ÖZELLİKLERİ:
ESERDE
İŞLENEN KONU:
1.
Daha ortaokul
ikinci sınıfta iken babasını kaybeden ve ailesinin bütün yükü omuzlarına
yüklenen bir köy çocuğunun hayat mücadelesi, hayalleri, sevinçleri, üzüntüleri
ve yaşamı ele alıyor.
2.
Tabiat sevgisi, tasavvuf, köyden kente göç
gibi konular onun bu hikâyesinde sıklıkla yer alır ve bunu geleneksellikten
kopmadan, edebi bir boyutta işler.
ESERİN
ANA FİKRİ
Yazarın içindeki tabiat aşkı
Türkiye’deki toplumsal değişme ve
köylerin boşalması
c Tasavvuf
Aslında eserde anlatılanlar bir imgedir. Sırasıyla insanın dünyaya gelişi,
buradaki macerası ve bu dünyadan göçüşü tahkiye yoluyla anlatılır.
ESERDE YER ALAN İMGELER
1. Toprak
İmgesi
ESERİN TÜRÜ:
Hikâye
ESERDE İŞLENEN TEMEL
DEĞERLER:
Aile
Evlilik
c Aile içi ilişkiler ve komşu ilişkileri
d Göç hareketliliği ve sorunu
ESERİN ŞAHIS KADROSU:
GÜLPAŞA ÇAVUŞUN OĞLU
(Yadigâr): Hikâyenin asıl kahramanı. Hikâye tamamen onunda ağzından anlatılır.
Doğaya âşık biri; bulunduğu şartlarda
yeni arayışlar içinde olan biri. Ailesini bir arada ve bulunduğu yerde tutmak
için çabalayan, hırslı,
çalışkan,geleneklerine bağlı bir köylü.
EŞİ: Tipik Anadolu kadını;
eşini ve ailesini perde arkasından yöneten bir kadın. Yerine göre sert, yerine
göre yumuşak huylu. Eşini dinleyen, sakinleştiren ve dediğini yaptıran
tiplerden. Yalnız kadınların karakteristik özelliği onda da var bir lafı
söylemek için çok konuşuyor.
OĞLU: Köy delikanlısı, becerikli biri. babasının
dediğinden çıkmayan delikanlı günü geldiğinde köyün diğer gençleri gibi
İstanbul’a gitmek için babasına karşı çıkıyor.
Genç delikanlı dayısını rol model olarak kabul ediyor.
GELİNİ (RAHİME): Hamarat
köy kızı.
KAYINPEDERİ: Durmadan
şehri öven; kendisi şehirde duramayan bir insan. Şehirdeki oğullarını
methederek zaman geçiriyor.
MUHTAR: Gücünü kötüye
kullanan bir insan tipi.
DELİ DERVİŞ: Tasavvuf
ehli.
EMRULLAH HOCA: Köyün
imamı, bilgesi. Yardımsever bir insan.
HACALİ: Kasabanın
berberidir. Kahramanımızın babasının yakın arkadaşı.
ENİS BEY: Kasabanın
hâkimidir. Ailesi tarafından terk edilmiş, sürekli içki içen bir adamdır.
ÇERÇİ CEMİL VE
TAHSİLDAR ATIF: Muhtarın yakın dostları.
SELVİHAN: Muhtarın karısı.
HEDİYE: Muhtarın
kızıdır.
MUHTEREM BEY: Emekli
olduktan sonra köye dönen köyün zenginlerinden biri.
YAZARIN ÜSLUBU:
Yazar hikâyenin
anlatımında güzel ve pürüzsüz bir dil kullanmıştır. Düşüncelerini sade ve akıcı
bir şekilde aktarmıştır. Yöresel ağza sıkça başvurulmuştur.
MEKÂN:
1950’li yılların
Türkiye’sinin bir köyü. Yolu, suyu ve elektriği bulunmayan; ama mutlu bir köy. Hikâyede genellikle köy
isimleri zikredilmiştir. Çimen Dağının ismini dikkate aldığımızda hikâyenin
Erzincan’da geçtiğini söyleyebiliriz. Erzincan’dan başka birkaç vilayet ismi
daha zikredilir. Örneğin Muş, Urfa, Gaziantep vs.
ZAMAN:
Zaman da belli
değildir. Olay, köyden kente göçün çok hızlı olduğu, pek çok köyde elektriğin,
suyun, yolun, okulun bulunmadığı bir
dönemde geçiyor.
HİKÂYENİN ÖZETİ:
“Beyhude Ömrüm” adlı hikâyede Mustafa
Kutlu, Anadolu’nun vahşi tabiatı karşısında yılmadan, toprakla mücadele ederek
kendi kurtuluşunu kendisi yaratan, kıraç bir kayalıkta bahçe kurma idealini
gerçekleştiren kahraman bir Anadolu köylüsünü konu edinir. Hikâyede kahramanın
adı verilmez, ancak babası onu ecel döşeğinde arkadaşı Berber Hacı’ya emanet
eder. Berber Hacı kahramana Yadigâr diye seslenir. Yadigâr, hikâyede adı tam
olarak geçmeyen ancak Çimenli Dağ yakınlarında bir köy olduğu anlaşılan kıraç,
susuz bir köyde yaşamaktadır. Eserde tarlaların durumu “Susuza ekiyoruz,
tarlalarımız çukur, yamaç, kıraç.” sözleriyle belirtilmektedir. Gülpaşa’nın oğlu
tarlada çalışırken kendi tarlasının karşısında bulunan Islak Kaya denilen yeri
görür. Kayanın etrafında ıslak yosunların, otların olması aklına oralarda su
olabileceği fikrini getirir ve azimle o kayayı oradan söküp tarla açabilmek
için çalışmalara başlar. Çalışmaları sırasında köylünün define arıyor
söylentilerine aldırmadan hedefine varmak için var gücüyle çalışır. Askerlik
günlerinde yediği meyveleri hatırladıkça daha bir azimle amacını
gerçekleştirmeye koyulan hikâye kahramanı sonunda kendisine her türlü güçlüğü
yaşatan Muhtar Halil’e rağmen içine düşen yeşilin ateşini yeşertmeyi başarır.
Kendisine çok istediği nar hariç, arzu ettiği diğer meyveleri yetiştirebildiği
bir bahçe kurar. Buraya kadar her şey güzeldir. Ancak hesaba katmadığı bir
durum vardır. Anadolu 1950’li yılları yaşamaktadır. Ekonomide görülen hızlı
sanayileşme ile birlikte köyden kentlere göç olayı yoğun bir şekilde
yaşanmaktadır. Gülpaşa’nın oğlunun çocukları da köyden göçme kararı alırlar. Gülpaşa bütün ömrünü
vererek yeşerttiği bahçesinin beyhude olduğunu oğlunun “Bırak baba, dört tane
ağacın başını mı bekleyeceğiz burada” sözleriyle anlar. Yazar, fanilik hissini
derinlerinde hisseden hikâye kahramanı aracılığı ile eserde hayatın metafizik
boyutunu da gözler önüne serer. Bu metafizik boyut “İnsanoğlu dünyaya niçin
gelir? Herhalde bir bahçe kurmaya gelir. Dünya dediğimiz de bir gurbet değil
mi?” sözleriyle dünyada yaşayan herkesin bir bahçe kurduğu, sonunda herkesin
bahçesinin bir fanilik olduğu metaforuyla işlenir.
Eşiyle ve köyde kalan
üç-beş kişiyle, artık elektriği, suyu, yolu olan, okulu, sağlık ocağı bile yaptırılan
köyünde yaşam mücadelesi verirler. Kısa süre sonra eşi ölür.Bu hayatta
yalnızdır.Tek başına,karların arasında gökten üzerine bin bir renkte çiçekler
yağarak ölür ve bir bahçeye gömülür.
SON BAKIŞ:
Mustafa Kutlu, Beyhude
Ömrüm adlı bu hikâyede insanın yaratılışı ve cennetten çıkışından yola çıkarak
tekrar özüne dönüşünü anlatmaya çalışıyor. İnsan özünden ve yurdundan
uzaklaşmıştır. Bu özlemi gidermenin mücadelesini vermelidir. Bu mücadele
yaradılış maddesi olan toprakta devam etmektedir.
Tasavvuf terimlerinin
ve tasavvuf kültürünün çokça kullanıldığı hikâyede İslam dini ve kültürünün
sürekli bir eylem halinde olduğuna dem vurularak hikâyenin kahramanı sürekli
mücadele halinde anlatılmıştır. Hikâye kahramı tasavvuf ve tarik akımının bazı
mensupları gibi dünyaya ve yaşama küsmemiştir. Hayat kitabımızın belirlediği
kader anlayışına sahip olup yanlış bir kaderci anlayışa sahip değildir.
Hikâyenin kahramanı tasavvuf ve tarik erbabının bir kısmının bir hırka, bir
lokma düşüncesinin aksini mücadeleci ruha sahip olup sürekli yeni bir şeyler
yapma derdindedir.
Türk köylüsü ile
kıyaslandığında kendi bulunduğu coğrafyada bazı şeyleri değiştirebileceğine
inanıyor ve yapıyor.
1950’li yılların
getirmiş olduğu sanayi devrimi insanlara birçok kolaylıklar sağlamanın yanı
sıra insanlara yeni bir sürgün yeni bir özden uzaklaşma hali yaşatmıştır. Öyle
ki baba ile evlat birbirinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Evlatlar babalarının
yaptıklarını beğenmez olmuşlardır.
Hikâyenin kahramanı
sanayi gelişmelerine inat köyüne özüne yani toprağa geri dönmüştür.
Mücadelesini tüm zorluklara rağmen ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür.
Müslüman’a emeklilik yok deyip son nefesinde bile bahçesine bakmaya gitmiştir.
Huzuru ve mutluluğu
ebedi yurdunda bulma umuduyla son nefesini vermiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder