23 Ekim 2020 Cuma

ASIMIN NESLİNİN ÖZELLİKLERİ

 

 ASIMIN NESLİ VE ÖZELLİKLERİ:

İLHAM KAYNAĞI

Âsım b. Ömer b. Hattâb’ın dayısı olup (İbn Hacer anne tarafından dedesi olduğunu söylüyorsa da bu yanlıştır) Medineli ilk Müslümanlardandır. Hicretten sonra Hz. Peygamber onunla Abdullah b. Cahş arasında kardeşlik bağı (muâhât*) kurdu. Bedir Savaşı’nda müşriklerin elebaşlarından Ukbe b. Ebû Muayt’ı öldüren Âsım, Uhud Savaşı’nda Müslümanlar dağıldığında Hz. Peygamber’in yanında kaldı. Bu savaşta azılı müşrik kadınlardan Sülâfe’nin iki oğlunu (Uhud savaşında da okçuların arasında yer alıyordu ve bu savaşta müşriklerin sancaktarlarından Müsafi bin Talhâ ile kardeşi Haris bin Talha’yı ok ile öldürdü.) öldürdüğü için Sülâfe onun başını getirene yüz deve vereceğini vaad etmiş, ayrıca kafatasıyla şarap içmeye yemin etmişti. Âsım b. Sâbit ok atmakta maharet sahibi olduğu için müslümanlar arasında Hz. Peygamber’in okçusu olarak da ün yaptı. Onun kumandasında yedi (veya on) kişilik bir heyet, istek üzerine Hz. Peygamber tarafından muallim olarak Adal ve Kare kabilelerine gönderildi. Bu heyet, Kureyş’in Uhud’dan sonra müslümanlara bir daha saldırıp saldırmayacağını öğrenmekle de görevliydi. Yolda, adı geçen kabilelerin elçilerinden biri, müslümanlarca öldürülmüş olan Hâlid b. Süfyân’ın intikamını almak için fırsat kollayan Lihyânoğulları’na -önceden yaptıkları bir anlaşmaya göre- gizlice haber ulaştırdı. Bunun üzerine Lihyânlılar’dan yüz kadar okçu, Mekke ile Usfân arasındaki Recî‘ suyu yakınlarında müslümanları kuşatarak teslim olmalarını istedi. Ancak Âsım b. Sâbit, “Allahım! Peygamberini durumumuzdan haberdar et!” diye dua ettikten sonra teslim olmayı reddederek savaşa girdi. Önce ok, sonra mızrak, daha sonra da kılıçla savaşan Âsım müşriklerden bir kişiyi öldürmüş, iki kişiyi de yaralamıştı. Çantasında yedi ok bulunduğu, her biriyle bir kişi öldürdüğü de rivayet edilmiştir. Çetin bir mücadele sonunda, “Allahım! Ben ilk günler senin dinini korudum, sen de bugün benim cesedimi koru!” dedi ve ardından şehid oldu. Âsım’ın başını Sülâfe’ye götürüp yüz deveyi almak isteyen Lihyânlılar, âniden üzerlerine saldıran arılar yüzünden onun naaşına yaklaşamadılar. Arıların dağılması için geceyi beklemeye mecbur kalan Lihyânlılar bu defa da birdenbire yağmaya başlayan yağmurun meydana getirdiği sellerin Âsım’ın naaşını sürüklemesiyle emellerine kavuşamadılar. Âsım’ın cesedi daha sonra da bulunamadı. Bu hadiseden dolayı Âsım “Hamiyyü’d-debr” (arıların koruduğu kişi) lakabıyla meşhur olmuştur.

MEHMET AKİF ERSOY VE ASIM'IN NESLİ

Osmanlı Devletinin çöküş sürecine girdiği ve durumun gittikçe kötüye gittiği açıkça fark edildiği zaman sanatçıların, edebiyatçıların, bilim adamlarının ve düşünürlerin Osmanlı nasıl kurtulur?  Sorusuna cevap aradıkları ve üç temel çözüm reçetesi ileri sürdükleri bilinmektedir. Bunlar:

1.     İslamcılık,

2.     Türkçülük

3.      Batıcılıktır.

İslamî düşünce ve yaşam tarzını ön plana çıkaran Mehmet Akif Ersoy toplumu ayakta tutan dinî değerlerin erozyona uğradığı kanaatindedir. Dolayısıyla Osmanlının kurtulabilmesi için öncelikle hurafelerden arınmış İslamî bir anlayış ön plana çıkarılmalı, halkın vurdumduymazlık, tembellik, cahillik ve korkaklıktan arındırılması sağlanmalıdır. Osmanlı bilim ve teknolojide geri kaldığı için gerilemiştir. Bu sebeple Batının öncülüğünü yaptığı ilmî gelişmelere vakit kaybetmeden hemen ayak uydurmak gerekir. Fakat onların ahlakı, kültürü, âdeti ve gelenekleri asla benimsenmemelidir. Öte yandan Osmanlıyı oluşturan farklı etnik gruplar bağımsızlık arzusuyla çeşitli yörelerde, özellikle Balkanlarda isyanlar çıkarmakta, böylece onlar Hıristiyan-Batının rüyalarını süsleyen Osmanlının yok olması arzusuna hizmet etmektedirler. Akife göre bu yapı içerisinde Müslüman halkları İslam dini çerçevesinde, Hıristiyanları ise Osmanlılık ruhunda birleştirmek gerekmektedir. Bu bağlamda onun kısmen Osmanlıcılık fikrine de sıcak durduğu söylenebilir.

Batıcılık akımına gelince burada çözümün Avrupalılaşmak olduğu hususunda ısrar edilmektedir. Özellikle Tevfik Fikret bu fikrin öncülerinden birisidir. Ona göre Batı ilerlerken Osmanlı sürekli gerilemiştir. Şu anda Avrupa her açıdan üstünlüğü temsil etmektedir. O halde tek çıkar yol sadece teknolojik alanda değil, kültür dâhil her alanda Batılılaşmaktır. İşte bu noktada Mehmet Akif ile Tevfik Fikretin ciddi biçimde farklılaştığı görülür.

Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden Ziya Gökalp ise meseleyi Türk dünyası açısından değerlendirmekte ve Turancılık fikrini işlemektedir. Gerçi o, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak isimli çalışmasında kurtuluşun hem Türk milletinden, hem Muhammed ümmetinden hem de Avrupa medeniyetinden olmakla sağlanabileceğini belirtmektedir. Ancak onun temel vurgusu Türklük olduğu için ezanın ve Kuranın Türkçeleştirilmesi, böylece halkın duyduğunu ve okuduğunu anlaması, neticede İslamın Türklük kapsamında yorumlanması arzulanmaktadır. Mehmet Akif bu fikre de karşıdır. Bu noktada Akif’in Türklüğü, dolayısıyla ırk ve milliyet kavramlarını reddetmediğini, ancak Osmanlıyı dağılmaktan kurtarmak için bunları yeterli görmediğini söylemek gerekir. Esasen onun karşı olduğu husus kavmiyetçiliktir. Zira Hıristiyanlar kendi kavmiyetçiliklerini ön plana çıkararak Osmanlıdan kopmuşlardır. Bu sebeple eğer resmi siyaset kavmiyetçilik üzerinden şekillenirse devlet daha da küçülecek ve geri dönülemez bir çöküşe maruz kalacaktır.

Anlaşılan Osmanlı devleti yıkıldıktan ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Akif bu fikirlerinde revizyona gitmiş ve özü sağlam, sözü sağlam adam ol ırkına çek, Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celal vb. ifadelerle adeta Türk-İslam sentezcisi bir düşünceye doğru kaymıştır.

Mehmet Akif’in gerek kişisel dinî yaşantısı ve din algısı, gerekse dinin bireysel ve toplumsal hayattaki yeri ve değeri ile ilgili görüşlerini hem Safahatında yer alan şiir ve manzumelerinden hem de Sebilu’r-Reşattaki nesirlerinden çıkartabilmek mümkündür.

Mehmet Akif dürüst kişiliği, ahlakı, karakteri, İslami duyarlılığı, millî değerlere bağlılığı ile ön plana çıkmış bir kişiliktir.

 Onu istiklal savaşımızın hemen her safhasında halkı bilinçlendirmek için kürsüde vaaz eder bir halde bulmaktayız.

Doğduğumdan beridir aşığım istiklale,

bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale

derken Türk milletinin tam bağımsız olmadan yaşayamayacağını açıkça haykırmaktadır. İşte bu noktada onun Müslüman Türk gencinin nasıl olması gerektiği üzerinde durduğunu görmekteyiz. Burada o, ideal bir gençlik arzulamakta ve bu gençliği Asımın nesli diye adlandırmaktadır.

ASIM KİMDİR?

Safahatın altıncı bölümüne de ismi verilen Asım aslında Köse İmamın, yani Ali Şevki Hocanın oğludur. Köse İmam ise Akif’in babası Tahir Efendinin eski bir öğrencisidir. Akif onu çok sevmekte ve sosyal sorunlar, siyaset, din, ahlak, kişilik, vatan sevgisi, tarih şuuru, teknolojik ilerleme, bilim, medeniyet vb. hususlardaki fikirlerini Asımla özdeşleştirmektedir. Bu sebeple edebiyatımızda Asım, Mehmet Akif’in manevî oğlu olarak bilinir.

Safahatın Asım kısmı incelenecek olursa, onun nasıl bir gençliği temsil ettiği daha rahat anlaşılabilir. Asımda dört kişi, yani

1.     Hocazâde (Mehmet Akif),

2.      Köse İmam (Ali Şevki Hoca),

3.     Asım (Köse İmamın oğlu) ve

4.      Emin (Akif’in oğlu) arasında geçen konuşmalar yer almaktadır.

Aslında Emin’in konuşmada aldığı rol pek azdır. Asımın konuşmaya katılması da eserin sonlarına doğru gerçekleşir. Asıl söyleşi Hocazâde ile Köse İmam arasındadır. Eser manzum hikâye tarzında konuşma üslubuyla kaleme alınmıştır. Akif’in belirttiğine göre konuşmalar I. Dünya Savaşı olanca hızıyla devam ederken ve Fatih yangınından önce Hocazade’nin Sarıgüzeldeki evinde geçmektedir.

ESERİN ÖZETİ

Köse İmam hocasının (Tahir Efendi) oğlunu (Akif) ziyarete gider. Bu iki arkadaş enfiye çeker, çay içer. Söz Akif’in babasından açılır. Tahir Efendi kendini yetiştirmiş ve geliştirmiş iyi bir insandır. Ama oğlu tabir-i caizse zübbedir. Bu sebeple de hiçbir işte gereği gibi başarılı olamamıştır. Köse İmam onun şiirle uğraşmasından hoşlanmaz. Zira şairler eyyamcıdır. İyi gün dostudur. Gününü gün edip yaşamaya çalışır. Üstelik onlar edebiyatı da edepsizleştirmişlerdir. Bir de tasavvuf adıyla dünyanın boş olduğunu söylemişler, rakı ve şarap peşinde koşmuşlardır. Hem ehl-i tasavvuf hem de şair olarak Sadi, Attar ve Süleyman Çelebi bu söylenenlerden istisnadır. Esasen Hocazâdeye (Akif) şair diyen de yoktur. Ona kimileri mevlitçi, kimileri bidatçi kimileri de baytar demektedir. Sohbet devam ederken çaylar gelir, fakat şeker olmadığı için çaylar üzümle içilir. Söz savaşa gelir dayanır. İngilizlerin aç gözlülüğü şiddetli bir biçimde eleştirilir. Bu arada Köse İmamoğlu Asım ile ilişkili bir hususta Hocazâdeye dert yanmak ister, lakin önce anlatacağı bir başka konu vardır hemen ona geçer. Köse İmam semtlerine emekli bir paşanın yerleştiğini, bunun kimde satılık bir mal varsa hemen kapattığını, beleşten sekiz ev, dört arsa sahibi olduğunu aktarır. Bu adam bir gün Köse İmama gelerek hanımını boşayıp hizmetlisi Eleni ile evlenme ilmühaberi yazdırmak ister. Köse İmam bu teklifi kabul etmez, fakat zaman o kadar kötüdür ki parayı gören hemen ona ilmühaber yazıverir. Neticede emekli paşa hanımını boşar ve Rum kızıyla evlenir. Tüm malını mülkünü de onun üstüne yapar. Hocazâde ile Köse İmam bir olup mahkemeye durumu bildiren bir dilekçe yazarlar.

Manzumenin devamında Köse İmam vaziyetin çok kötü olduğunu, kendisinin de bunaldığını aktarır. Hocazâde ise bir kır düğünü tasviri yapar ki, burada halkın yaşadığı sıkıntılar, yokluklar, sefillikler, ahlakî ve dinî erozyon göz önüne serilir. Halbuki 30-40 yıl öncesi işler daha farklıydı diye yakınan Hocazâdeye Köse İmam; Geçmişe mazi derler, sen gelecekten haber ver, der. Bunun üstüne Hocazâde Ramazanda oruç tutmamak için sefere çıkan Kır Ağasının Rüyasını anlatır. Aslında rüyada görülen şey o kadar bulanık ve o kadar belirsizdir ki, bu durum tam da milletin içinde bulunduğu hali yansıtmaktadır.

Köse İmam yaşananlardan ziyadesiyle şikâyetçidir. Millet kötürüm olmuştur. Ayağa kalkamamaktadır. Kalkanların da gittiği yer belli değildir. Bugünkü nesil sarıklı birini görse onu hemen ıskatçı, çerçi ve leşçi diye aşağılamaktadır. Bu şu anlama gelmektedir: Geleneksel değerlere sahip çıkanlar dışlanmaktadır. Bunun üstüne Hocazâde; Siz de o sağmal ineği asırlardır sağdınız. itirazında bulunarak bir kısım hacının hocanın gerçekten de menfaatperest olduğunu vurgular. Konuşma bu noktaya gelince Osmanlı Devletinde uzun yıllar tartışılan mektep-medrese ikiliği gündeme gelir. Köse İmam medreseyi, Hocazâde ise medresenin ıslah edilmesinin gerekliliğini savunur. Aslında Hocazâde medresenin köylüye yaptığı hizmeti inkâr etmemektedir. Köse İmamın ağzından sistemin nasıl tıkandığını, eğitimde nasıl bir ikilik yaşandığını göstermeye çalışır. Hocazâde Konyada yaşanan bir hadiseyi nakleder. Köylüler öğretmeni köyden kovmuşlardır. Çünkü öğretmen köylüye yabancı durmaktadır. Namaz kılmamakta, oruç tutmamakta, gusül abdesti almamaktadır. Aslına köylünün isteği pek fazla değildir. Köyü için bir mektep bir de yol talep etmektedir. Bu onun bilgiye ve okumaya çok fazla değer verdiğini gösterir. Fakat bu tür öğretmenlerin elinde okumaktansa çocuğunun cahil kalmasına razıdır. Köse İmam köylünün kanaatini paylaşmaktadır. Köylüyü kimin adama edeceği meselesine gelince Köse İmam sırasıyla önce medrese sonra mektep der. Hocazâde ise her iki eğitim kurumunda da bir hayır kalmadığı, bunlarla işin yürüyemeyeceği düşüncesindedir. Gerçekten de medreselerin enkazından mektepler kurulmak istenmiş, fakat bu hususta pek başarılı olunamamıştır. Köse İmam: Yıkmak kolaydır, lakin yapmak zordur, diyerek gereğince düşünmeden, üstünkörü bir şekilde gerçekleştirilen değişim ve dönüşüm çabalarını açıkça, bu arada inançsızlık ve kayıtsız şartsız Batıcılık anlayışını üstü kapalı bir şekilde eleştirince Hocazâde onu sakacıktan mürteci diye nitelendirir. Bunun üzerine Köse İmam şöyle der:

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla övemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım?

Boğamazsın ki!

Hiç olmazsa yanımdan kovarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.

Dolduğumdan beridir âşığım istiklale;

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale.

Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyumun

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.

Kanayan bir yara gördün mü yanar ta ciğerim.

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim,

Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım. 

Bu dizeler aslında Akif’in kendi kanaatleridir. Fakat o bunu Köse İmamın ağzından aktarır. Aslında burada Asımın neslinin nasıl olması gerektiğinin ilk ipuçları da ortaya çıkmaktadır. Buna göre Asım öncelikle tarihiyle, kültürüyle, toplumuyla ve diniyle barışık olacaktır. Bunlarla birlikte o ürkek, korkak ve çekingen değil, mücadeleci bir karakter gösterecektir. Dahası Hıristiyan Batının baskı ve tahakküme karşı milletin ve dinin istiklâlini savunacak, namusunu koruyacak, gerekirse bunlar için canının bile feda edebilecektir.

Köse İmam ile Hocazâde arasındaki konuşma olanca hızıyla devam ederken, pek çok konu işlenmekte, arada fıkralar anlatılmakta, espriler yapılmaktadır. Türkçülük akımı da eleştirilerden nasibini almaktadır. Osmanlıcılık-İslamcılık fikrini politik alanda hayata geçirme projesinin mimarı II. Abdulhamid’in istibdadı eleştirilir.

Halkın İslami yaşantısı da bin perişandır. Yaşanan dini İslamla bağdaştırmak oldukça güçtür. Bununla birlikte Köse İmama nispetle Hocazâde geleceğe daha iyimser ve umutlu bakmaktadır. Çünkü eğer Kuran doğru dürüst anlaşılıp yaşanabilirse sıkıntıları aşmak daha kolay bir hal alacaktır. Hocazâde bunu şöyle özetler:

"Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı.

Kuru dava ile olmaz bu, fakat ilim ister

Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?

...

Beşerin hakka refik olmak için vicdanı

Beşeriyetle birlikte yürümektir şanı,

Yürümez dersen eğer, ruhu gider İslam'ın;

O yürür, sen yürümezsen ne olur encamın."

Burada da Asımın neslinin Kuranı hurafelerden arınmış bir şekilde anlaması, bu anlamanın statik değil, gelişen bilgiyle yoğrularak dinamik bir karakter arz etmesi istenmektedir. Asım Kurana sadık, İslam’a gönülden bağlı olmalıdır. Ama Kuran sadece mezarlıklarda ölülere rahmet için ya da fal tutmak için okunmamalıdır. Kuranın gayesi insanları hidayete erdirmekse onun bir yaşam şekline dönüştürülmesi gerekmektedir.

 İşte bu noktada genelde İslam dünyasının, özelde Osmanlı devletinin geri kalmasında dinin ne kadar etkili olduğu tartışması tezahür etmektedir. Batıcıların büyük bir kısmı geri kalmanın asıl sebebi olarak İslam’ı gösterirlerken Akif bu hususta Kuranı anlamamak ve İslam’ı yaşamamak başta olmak üzere cahillik ve tembellik üzerinde durur. Buna göre Asımın nesli Kuranı doğru dürüst anlamak ve hakkıyla yaşamak zorundadır.

Köse İmam ile Hocazâde arasındaki konuşma devam ederken toplumsal kurtuluş için Hz. Ömer’in adaleti ön plana çıkarılır. (Esasen Mehmet Akif Kocakarı ile Ömer isimli manzumesinde bu hususu açıkça ilan etmektedir.) Ancak gerek II. Abdülhamit gerekse ondan sonra yaşananlar Köse İmama göre iç karartıcı gelişmelerdir. Hocazâde ise Asımın nesline güvenmektedir. Hatta Hocazâde Köse İmama; Bugünlerde oğlanın yaptıklarına fazlaca kızdığın için ona haksızlık ediyorsun, diyerek Asımı savunur. Çünkü istikbal Asımın nesline boyun eğecektir.

Köse İmam Hocazade’ye Asım ile ilgili bazı şikâyetlerde de bulunmaktadır. Bu noktadan sonra konuşmalar şu şekilde devam eder:

Köse İmamın aktardığına göre Asım oruçla alay edenleri dövmüştür. Bu sebeple o, Hocazade’den Asıma nasihatte bulunmasını ister. Kendisinin oğluna söylediklerini ve onun bunlara nasıl cevap verdiğini anlatır. Zira Asım meyhaneleri basmakta, kumarbazları tehdit etmekte, gece toplanıp cümbüş edenleri hırpalamaktadır. Köse İmam ise tüm bunların onun görevi olmadığını söyler. Babasının naklettiğine göre Asım kendini şu şekilde savunur: İnsanlar aç ve yoksulluktan bin perişanken meyhanelerde, kumarhanelerde yapılanlara nasıl göz yumulacaktır? Cümbüş yapanlar efendice eğlenseler kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur. Fakat onlar komşuların matemine, Susunuz! İhtarına uymamaktadırlar. Dahası Asım kumarbazlardan zorla para almakta ve öksüzlere dağıtmaktadır. Hatta o, daha ileri giderek Bab-ı Aliyi basmayı planlamaktadır. Babası (Köse İmam) Asımın kendini bu şekilde savunmasını haklı bulmaz ve memlekette huzurun kaba kuvvetle değil, kanunla gerçekleşebileceğini söyler. İşte bu noktada Köse İmam oğlunun bu deli düşüncelerden vazgeçmesi için Hocazade’nin Asıma nasihatte bulunmasını ister. Bu sırada Emin, Asımı getirir, Köse İmam dışarı çıkar.

Hocazâde Asımı karşısına alır, önce biraz edebiyattan konuşurlar. Sonra hafifçe Köse İmamı çekiştirirler. Ama Hocazade’nin Asıma asıl söyleyecekleri başkadır.

Hocazâde Muhammed Abduh ile Afganî arasındaki bir tartışmayı Asıma aktarır. Olay şu şekildedir: Afganî öğrencisi Abduhtan hızlı bir şekilde inkılâp yapılmasını istemektedir. Zira artık nazariyatla uğraşma devri geçmiştir. Abduh ise yeni bir medrese kurmayı, buradan yetişecek yeni Cemalattin Afganilerin çeşitli yerlere gönderilerek önce zihniyette inkılâp yapılması taraftarıdır. Afganî bunun 20 yıl alacağını, hâlbuki kendisinin 20 gün beklemeye tahammülü olmadığını söyler. Fakat Abduh bu düşüncede değildir.

Hocazâde bu olaydan bir ders çıkararak der ki;

İnkılâp istiyorum ben de, fakat Abduh gibi Yoksa, ellerde kör alet efeler tertibi, Bab-ı Alileri basmak, adam asmakla değil, Çek bu işten bütün ihvanını, kendin de çekil.

Bunun için Asım vakit kaybetmeden hemen Avrupa’ya tahsile gitmelidir. Doğuyu uyandırmak ve kalkındırmak için Avrupa’nın bilimini öğrenmelidir. Gençlerin beyni Avrupa’nın müspet bilimlerini Doğuya aktaran kanallar haline dönüşmelidir. Neticede Asım ikna olur ve öğrenimini tamamlamak üzere Berlin’e gitmeye söz verir. Çünkü milletin ikbali için hem fazilet hem de marifetin birlikte bulunması gerekir. Yani hem İslami kültüre sahip çıkılacak hem de Avrupa’nın bilim ve teknolojisinden uzak durulmayacak.

Mehmet Akif manevi oğul edindiği Asımı sevmekte ve beğenmektedir. Hedeflerini ve yetiştirmek istediği nesli onunla sembolleştirmektir. Bu sebeple de o, Asıma ziyadesiyle güvenmektedir. Asım ise özellikle Çanakkale Savaşında onun bu güvenine layık olduğunu açıkça göstermiştir.

Asımın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek

İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.

Asımın nesli Çanakkale’de muhteşem bir destana imza atmıştır. Şanlı Türk tarihinin altın sayfalarına öylesine muazzam bir zafer daha eklenmiştir ki, Hz. Peygamber bu zaferi kendisine armağan edenleri kucağı açık bir halde beklemektedir. Bu durum Akif’i daha da ümit var kılmaktadır.

Asımın neslinin hem savaşlarda gösterdiği üstün başarı, hem de ilim ve İslamla yoğrulmuş zihinsel yapısı tarihte yaşanan ihtişamlı günlere yeniden geri dönüşün müjdecisidir. Ancak bu yol oldukça meşakkatli ve çok çalışma isteyen bir yoldur. Tevekkül etmek tembellik yapmak değildir. Eğer ecdat böyle düşünseydi şimdi elde ne vatan kalırdı ne de din. Azim ile çalışmak, ümitsizliğe kapılmamak, Allah’ın yardımından ümit kesmemek, Kuranı benliğe sindirerek yaşamak, Avrupacın kötü olan örfünü, inancını ve ahlakını değil, sadece ilmini almak Asımın temel vazifesidir.

Türk edebiyatında dine bağlı modernleşme düşüncesini Asım’ın şahsında ortaya koyan Mehmet Akif’in hemen hemen tam karşısında yer alan Tevfik Fikret ise oğlu Haluka Avrupa’ya gitmesini ve orada ne bulursa almasını tembihlemektedir.

Akif’in Asımı zulme ve emperyalizme karşı çıkarken, dinî ve kültürel değerleri öncelerken, Batının sadece ilmini alırken, üstelik bunu Doğunun uyanması ve kalkınması için yaparken kimliği, kültürü ve tarihiyle barışık bir genç portresi çizmektedir. Ancak Tevfik Fikret’in Haluku Batı kültüründe ne bulduysa aldığı için sonunda İslam dininden de vazgeçerek Hıristiyan olmuştur. Yani irtidat etmiştir. Batının bilgisini doğuya taşıyamadığı gibi, kendi kimliğine ve kültürüne de bütünüyle yabancılaşmıştır. Üstelik ne I. Dünya Savaşında ne de Kurtuluş Savaşında sesi sedası çıkmamıştır. Sorgusuz sualsiz Batılılaşmak sadece Müslümanlıktan değil, Türklük başta olmak üzere sosyo-kültürel değerlerden de vazgeçmeyi beraberinde getirmiştir.

Özetle Akif Asımın nesli derken iman, irfan, fazilet ve bilgi ile donanmış; karakterli, ahlaklı, kişilikli; vatanına, milletine ve dinine sahip çıkan, dahası bunları yüceltmek için tüm imkânlarını seferber eden bir gençliğin hayalini kurmaktadır.

ASIMIN NESLİNİN ÖZELLİKLERİ:

  1.            Asım’ın nesli, ahlaklı, erdemli, bilgili; kendisinde güzel ve kahramanca özellikleri barındıran bir genç modelidir.
2.     Asım, bir insanda olması gereken tüm erdemlere bürünmüş olan, duruşu ve ahlakıyla örnek bir genç olarak anlatılmıştır.
3.     Asım üzerinden Müslüman gençlik idealize edilmiştir.
4.     Asımın Nesli, davetçidir. İlhamını doğrudan kurandan alıp çağın idrakine İslamiyeti söyletendir
5.     Asımın nesli, her şey kötüye giderken, insanlar hissizleşmişken;  karanlığın aydınlanacağını söyleyendir.
6.     Asım öncelikle tarihiyle, kültürüyle, toplumuyla ve diniyle barışık olacaktır.
7.     Asım ürkek, korkak ve çekingen değil, mücadeleci bir karakterdir.
8.     Hıristiyan Batının baskı ve tahakküme karşı milletin ve dinin istiklâlini savunacak, namusunu koruyacak, gerekirse bunlar için canının bile feda edebilecektir.
9.     Asımın Nesli Kurana sadık, İslam’a gönülden bağlı olmalıdır.
10.                       Asımın nesli Kuranı hurafelerden arınmış bir şekilde anlar, bu anlamanın statik               değil, gelişen bilgiyle yoğrularak dinamik bir karakter arz eder.
11.                       Asımın nesli Kuranı doğru dürüst anlayan ve hakkıyla yaşayandır.
12.                       Asımın nesli güvenilen ve emanete sadık olandır.
13.                       Asım nesli istikbali münevver olan nesildir. İstikbal Asımın nesline ram olacaktır.
14.                        Asımın nesli, eylemci, kavgacı ve aktivisttir.
15.                       Asımın nesli durumdan vazife çıkarandır.
16.                       Asımın nesli sosyal olaylara duyarlı, komşu haklarına saygılı olandır.
17.                        Asımın nesli çok okuyan, edebiyatla ilgilenen, sporla meşgul olandır.
18.                       Asımın nesli ilim için hicret edendir. (yeryüzü coğrafyasına)
19.                       Asımın nesli ilmi doğu toplumunu uyandırmak ve kalkındırmak için tahsil                        edendir.
20.                        Asımın nesli bilim ve teknolojiyi takip edendir.
21.                       Asımın nesli geleceğin müjdeleyicisidir.
22.                       Asımın nesli tevekkül sahibi, lakin miskin ve tembel olan değildir.
23.                       Azim ile çalışmak, ümitsizliğe kapılmamak, Allah’ın yardımından ümit                          kesmemek, Kuranı benliğe sindirerek yaşamak, Ecnebi memleketlerin kötü olan örfünü, inancını ve ahlakını değil, sadece ilmini almak Asımın neslinin temel görevidir.
24.                     Asımın nesli zulme ve emperyalizme karşı çıkandır.
25.                       Asımın nesli iman, irfan, fazilet ve bilgi ile donanmış; karakterli, ahlaklı, kişilikli; vatanına, milletine ve dinine sahip çıkan, dahası bunları yüceltmek için tüm imkânlarını seferber eden bir gençliktir.

KAYNAKÇA:

1.      Safahat

2.      Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam Ansiklopedisi

3.      Asım Yapıcı, blog sayfası

4.      Recep Durmaz, Asımın Nesli

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

9 Eylül 2018 Pazar

2018 / 2019 ÖĞRETİM YILI AÇILIŞ KONUŞMASI

Gayemiz “ İyi İnsan” Yetiştirmek
 Yüzyıllar boyunca dünyanın önde gelen başkentlerinden olan güzel İstanbul'umuzun tarihi ilçesi Bakırköy’ümüzdeki eğitim, öğretimin yükselen sesi ve parlayan yıldızı Ataköy Atatürk Ortaokulunun öğrencilerinden velilerine, öğretmenlerinden yöneticilerine, eğitim öğretim için bir araya gelen tüm mensuplarını en kalbi dileklerimle selamlıyorum. Başta Mustafa Kemal Atatürk, dava arkadaşlarını ve aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Eğitim – öğretimimizin tüm paydaşlarına hayat boyu sağlık, huzur ve başarılar diliyorum.

Değerli Öğretmen arkadaşlarım, evlatlarını bizlere emanet eden kıymetli veliler,
-Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir.
-Çocuklar her türlü ihmal ve istismarlardan korunmalı, onlar her koşulda yetişkinlerden daha özel ele alınmalıdır.
-Gelecek için hazırlanan vatan evlatlarına, hiçbir güçlük karşısında yılmayarak tam bir sabır ve metanetle çalışmalarını ve öğrenim gören çocuklarımızın ana ve babalarını da yavrularının öğreniminin tamamlanması için hiçbir fedakârlıktan çekinmemelerini tavsiye ederim.
-Hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız! Çocuklar geleceğimizi yapacaklar. Fakat geleceği yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler hepsi şimdiden aydınlatılmalıdır ki yetiştirecekleri çocukları bu millet ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı ve faydalı olabilecek şekilde yetiştirsinler.
-Yetişecek çocuklarımıza tarihin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye’nin istiklaline, temel benliğine, milli geleneklerine düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.
-Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir.
-Çocuklarımız düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde; vatan, aile ve dünya sevgisiyle beraber doğruya, iyiye karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıyız.

-Çocuk sevgisi insan sevgisi için bir ihtiyaçtır.

-“Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz.”
Çalışmalarınızda önünüzün açık olmasına vesile olacak birkaç tavsiye bulunmak istiyorum.
Çalışmak için müsait gün ve saat bekleme. Bil ki her gün ve her saat çalışmanın en müsait zamanıdır.
Çalışmak için müsait yer ve köşe arama. Bil ki her yer ve her köşe çalışmanın en müsait yeridir.
Bir günde ve bir zamanda yapman lazım gelen bir işi (bir dersi, bir vazifeyi) ertesi güne bırakma. Zira her günün derdi gibi işi de kendine yeter.
Bir zamanda yalnız tek bir iş yap, yalnız bir ders, bir kitap, hatta bir fasıl üzerinde çalış.
Ta ki dikkatin ve kuvvetin yayılıp zayıflamasın. Bir zamanda birden fazla iş yapayım diyen, hiçbirini tam ve temiz yapamaz. Dünyaca tanınmış olan büyük İslam mütefekkiri İmam-ı Gazali'ye "İhya-i Ulûm (İlimlerin Yeniden Canlandırılması) adlı muazzam eserini nasıl bir çalışma ile vücuda getirdiğini sormuşlar: Bir zamanda yalnız bir fasıl, bir bahis, bir mesele üzerinde çalıştım, demiş.
Başladığın bir işi, bir dersi, bir kitabı, bir vazifeyi yapıp bitirmeden başka bir işe, derse, kitaba ve vazifeye başlama. Yarıda kalan iş, başlanmamış demektir.
Bir günün işini, dersini, vazifesini bitirdikten sonra ertesi gün ne iş yapacağına karar ver. Yahut hiç olmazsa çalışmaya başlamadan evvel, hangi iş, ders, kitap üzerinde çalışacağını düşünüp kararlaştır ve çalışmaya bu kararla otur.
Bir işe başlamadan, bir dersi öğrenmeye, bir kitabı okumaya oturmadan evvel düşün ve çalışman için lazım olan şeyleri yanında ve elinin altında bulundur. Ta ki, ikide bir kalem, kâğıt aramaya kalkıp da dikkatin dağılmasın.
Çalışmaya oturduğun zaman tıpkı ateş hattında düşmanı gözetleyen bir asker gibi uyanık ol ve dikkat kesil. Ve bütün ruhi ve bedenî kuvvetinle kendine işe ver.
Bir işe başlamadan evvel o işi, dersi, vazifeyi, kitabı en kısa bir zamanda, en kolay ve en temiz bir surette nasıl yapmak, nasıl öğrenip etüt etmek mümkün olduğunu iyice düşünüp hesapla.

Bir düşünür  “ insan gayesi nispetinde büyüktür” der. Sizlere gaye insan olmayı, medeniyet ülküsünü ve yenilikçiliği, değişimciliği, milli ve manevi değerlere saygıyı öğretebilmişsek huzur içinde olduğumuzu bilmelisiniz.
Sevgili öğrenciler, bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orada kimse yok demektir. Bu yüzden bu okulda kazanacağınız donanımla tüm yaşantınızda, farklılıklarımızı zenginlik olarak görecek ve hep birlikte geleceğimizi tarihimizde olduğu gibi birlik ve beraberlik anlayışı ile aydınlatacaksınız. Çanakkale’yi geçilmez yapanları, Çanakkale Şehitliğinde, Dumlupınar'da Kocatepe’ de, Malazgirt’ te, bu Toprakları vatan yapmak için 15 Temmuzda can verip, yan yana yatanları, Ay yıldızlı şanlı bayrağımıza renk verenleri tanımalı ve çok daha önemlisi, anlamalıyız. Onların torunları olarak biz de yan yana, omuz omuza olmalı bu ülkeyi hep beraber geleceğe, aydınlık yarınlara taşımalıyız.
Bir duruşunuz olmalı sevgili öğrenciler...
Bir bakışınız
Bir anlayışınız
Bir aşkınız
Bir davanız olmalı...

  2018 – 2019 öğretim yılının hepiniz için başarı, sağlık ve mutlulukla geçmesini temenni ediyorum.


SEVGİYLE KALIN, COŞKUYLA YAŞAYIN…

6 Eylül 2018 Perşembe

TEDMEM ULUSAL EĞİTİM PROGRAMI

  
ULUSAL EĞİTİM PROGRAMI
2015- 2022


Ulusal Eğitim Program, bazı nicel ilerlemelere rağmen çok ciddi ve kronik sorunları her geçen gün artan eğitim sistemimizi, ortak bir felsefe, strateji ve model üzerine oturtmayı hedefleyen bir sivil sorumluluk projesidir.
Okullarımızda ve toplumumuzda eğitim sistemimize yönelik güven bunalımı, çok üzücüdür ki ciddi bir toplumsal travmaya dönüşmüş durumdadır. Milyonlarca öğrencimiz, gerçek yaşamda karşılığı olmayan bir süreç için en güzel yıllarını test çözerek geçirmektedir. “İz bırakma sendromunun” bir sonucu olarak, her iktidar veya bakan döneminde yapılan onlarca değişikliğin yarattığı olumsuz tabloyu, sendikaların, siyasi partilerin il ve ilçe örgütlerinin, parti yöneticilerinin, milletvekillerinin, vakıfların, derneklerin, hemşeri gruplarının müdahaleleri daha da kötüleştirmektedir. Ayrıca eğitimin ırk, din, mezhep, ideoloji gibi odaklara dayalı biçimde yapılandırılmaya çalışılması, toplumsal birleşmeye değil ayrışmaya yol açacaktır

UEP eğitim sisteminin ortak bir dile, bir insan ve toplum ülküsüne dayanmadan dönüşemeyeceği mesajını içermektedir. Bu dönüşümün uzun soluklu bir devlet politikasıyla gerçekleşebileceği fikri, bu mesajın bir başka boyutudur.

Çünkü sadece ve sadece ortak değerler üzerinde anlam birliği oluşturabilmiş topluluklar gerçekten ideali ve yaşama sevinci olan bir millete dönüşebilir.

Eğitim sisteminin hemen hemen  bütün parametrelerini içeren bu program altı yıl içerisinde hayata geçirilmesi öngörülen bir yol haritası sunmaktadır

Programın stratejisi kurulurken Değer ve Etik Odaklılık, Erişim/Eşitlik/Adalet, Kalite, Sürdürülebilirlik, Hesap Verebilirlik ve İzleme/Değerlendirme ilkeleri esas alınmıştır.

Evrensel ahlaki değerlere sahip, doğuştan getirdiği potansiyelini gerçekleştirebilen, vatana/millete hayırlı çocukların yetişmesi, UEP stratejisinin olağan bir parçasıdır. Veriye dayalı politikalar oluşturmak, pilot çalışma yapmadan ülke ölçekli uygulamalara geçmemek, bütün alt sistemleri birbiriyle bağlantılı ve tek bir organizma gibi dönüştürmek, stratejinin teknik boyutlarını oluşturmaktadır.

Hedeflenen eğitim sistemin hayata geçebilmesi için, sistemde merkezi-yerinden yönetim anlayışının benimsenmesi ve okulların kendilerine ilişkin karar alım süreçlerine katılabilmesi anlamına gelen, daha özerk okulların temin edilmesi hedeflenmektedir. Böylece merkezi yönetimin ve yerinden yönetimin avantajları bir arada kullanılabilmekte, sistemin en küçük birimi olan okul güçlendirilebilmekte, verimli ve etkili bir sistem tasarlanabilmektedir

UEP’de üç ana yönetim birimi bulunmaktadır. Bunlar; Milli Eğitim Bakanlığı, İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Etkileşimli Eğitim Bölgesi Direktörlüğüdür (EEBD). Milli Eğitim Bakanlığı ve İl Milli Eğitim Müdürlükleri okullara idari açıdan destek sağlarken, EEBD’lerin ana görevi okullara eğitsel liderlik yapmaktır. EEBD’lerin bünyesinde öğrencilerin, eğitim personelinin ve okulun gelişiminden, öğrenmesinden ve ilerlemesinden sorumlu birimler bulunmaktadır. Böylece her öğrencinin, eğitim personelinin ve okulun bütünsel gelişimi uzmanlarca doğrudan desteklenebilmektedir

UEP’de, okulun eğitsel ve yönetsel gelişiminde en kritik rol eğitim liderlerine düşmektedir. Eğitim yöneticilerinin, sadece bir yöneticiye indirgenmesini önlemek amacıyla, kavramsal bir farklılaşmaya gidilmiştir. Bu doğrultuda “okul müdürü” kavramı terk edilerek, beklenen eğitsel görev ve sorumlulukların doğasını ortaya koyan “eğitim lideri” kavramı tercih edilmiştir  

Eğitim liderlerinden beklenen, okullarda kurulacak olan, Okul Danışma Kurulu ve Okul Yönetim Kurulu ile işbirliği içinde çalışarak, EEBD’lerdeki Okul Geliştirme Merkezleri uzmanlarının rehberliğinde okullarının eğitim kalitesini verimlilik ve etkililik esasına dayalı olarak geliştirmeleridir.


Türkiye’deki öğrencilerin %68,7’si alt sosyo-ekonomik ve kültürel grupta yer almaktadır.

4. sınıf düzeyinde temel beslenme eksikliği nedeniyle Türkiye’de öğretimi aksayan öğrenci
oranını %78 olarak ifade etmektedir; bu oran uluslararası ortalamada %29’dur.

Dr. Murat Güvenç, Türkiye’de ağırlıklı olarak doğu batı ekseninde gerçekleşen bu hareketliliğin olumsuz gibi görünmesine karşın olumlu sonuçlarının da olduğunu vurgulamaktadır. Güvenç, “Türkiye’de doğurganlık inanılmaz derecede düşmüş durumdadır. Bu oran kadın başına 1,8’dir ve Fransa ile aynı düzeydedir. Eğer batı illerine göç olmasa nüfus hızlı bir şekilde düşecek ve yaşlanacak. Bu yüzden göç meselesinde aceleci yargılarda bulunmamak gerekir. Çünkü batı bölgeleri göç sayesinde rekabet gücünü artırıyor.” demektedir.

İç göçün en fazla olumsuz etkilediği alanlardan biri eğitimdir. Nüfus artışı azalmakla beraber bazı şehirlerde okul çağı nüfusu doğal artıştan daha çok iç göç nedeniyle yükselmektedir. Buna paralel olarak, kırsal kesimde okul çağı nüfusunda önemli bir düşüş gözlenmektedir. Bu
nedenle, eğitim hizmetlerinin planlanmasında nüfus ve göç temelli yeni bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

Eğitim kavramına ilişkin klasik, modern ve post-modern açıklamalar birbirine karışmış durumdadır. Sanayi çağındaki eğitim aslında modern çağın eğitimi olmasına rağmen yanlış yorumlanarak geleneksel eğitim olarak adlandırılmaktadır. Oysa geleneksel olan modernizm öncesindeki eğitim anlayışı ve uygulamalarıdır. Bilgi çağının eğitim dönüşümüne ise post modern eğitim demek daha mümkündür. Geleneksel dönemde bire-bir veya küçük gruplara yönelik olarak yapılan eğitim, sanayi devrimiyle birlikte kitleselleşmiştir. Ancak yeni çağda dijital teknolojiler yardımıyla tekrar bireyselleştirilmeye çalışılan bir eğitimden söz edilmektedir. Buradaki bireyselleştirme daha çok insanların beğenileri, ilgileri ve öğrenme stilleri üzerinden yürütülmeye çalışılmaktadır.

UEP, ana dili Türkçe olmayan öğrencilerin de kendi ana dillerini öğrenme ve kullanma hakkına sahip olduğu gerçeğinin önemine dikkat çekmektedir. Bu nedenle UEP, “eğitim hakkı ve özgürlüğü” çerçevesinde herkesin ana dilini öğrenme ve kullanma hakkının teslim edilmesinin sosyal devlet sorumluluğunun bir parçası olduğunu değerlendirmektedir

Türkiye’de demokrasi, ekonomi, iletişim, kentleşme ve sosyal yapı hızla değişirken, eğitim sistemi bu değişime nasıl adapte olacağı, adaptasyonu nasıl yönlendireceği konularında dikkate değer bir gelişim kaydedememiştir. Halkın eğitimle ilgili talepleri çok yüksek olmasına rağmen bir atılım gerçekleşememiştir.

Avrupa ve Orta Asya ülkeleri hükümet harcamalarının sağlık sektörüne odaklanmasını isterken (% 36), Türkiye örnekleminin yarısına yakını (% 47) hükümetin harcama önceliğinin eğitim olması gerektiğini belirtmiştir. Bu veri aslında politika öncelikleri için oldukça yol göstericidir.

“Bu ülkenin ve evlatlarının hatırı için okula bilimin dışında bir ölçütü sokmayacağız” ilkesinde mutabık kalınması çözüm için yeterlidir. Çünkü bir ülkenin eğitiminin kalitesi, eğitimi hangi kişi ve kuruluşların nasıl yönlendirdiğine bağlıdır. Eğitimde çığır açmış ülkelerin eğitim sistemlerinde nesnel ölçütler dikkat çekmektedir. Almanya’da, İngiltere’de ve benzeri ülkelerde partilerin il ve ilçe başkanlarının, hemşeri gruplarının, sendikaların müdür ya da öğretmen atamasını yönlendirmesi hayal dahi edilemez.

Merkeziyetçi yönetimin okulu zayıflatıcı birçok yönü bulunmaktadır. Öncelikle okulların kendi başına karar alması gereken hiçbir konuda yetki kullanamamaları sistemin işlemesini engellemektedir. Basit konularda bile okul yönetimleri “Ne olur ne olmaz merkeze soralım.” diyerek bürokrasinin eğitimi esir almasına yol açabilmektedir. Bu nedenle, öğrencide, velide ve öğretmende katılımcılık kültürü, dolayısıyla demokrasi kültürü gelişmemektedir. Yapılan iş ve işlemlerde şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesinin kullanılmaması, durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Her bir okul parmak izi kadar farklı olduğu halde, tek tip bir karar stratejisi izlenmektedir.

Merkeziyetçi yapıdan yerel yönetime geçmek bir evrim meselesidir. Temel çatışmalarını büyük ölçüde hal yoluna koymanın yanı sıra, hukuk, ahlak ve siyaseti bütünleştirmiş bir Türkiye, bu meselenin altından kolaylıkla kalkabilir. Devletin rejimi koruma kaygısıyla tercih ettiği aşırı merkeziyetçi eğitim sistemi, bunun bedelini çok ağır ödemektedir. Gerçek yaşamda karşılığı olmayan, dünyayla rekabet edemeyen bir eğitim sistemi gereksiz amaçlar için tüm toplumun enerjisini emmektedir. Kamu yönetiminde genel bir dönüşüm gerçekleştirilmeden, ahlak anlayışı eğitim sisteminin merkezine yerleştirilmeden, toplumsal katılım bir yaşam kültürüne dönüştürülmeden yapılacak bir yerelleştirme sadece sorunlarımızın adet ve çeşidini değiştirir. Bu nedenle ne merkeziyetçi yönetim anlayışının, ne de salt yerel yönetim anlayışının Türkiye’de başarılı olamayacağı ifade edilebilir. UEP’de, 2022 yılına kadar her iki yönetim anlayışının karması olan merkezi-yerinden yönetim anlayışına geçişin planlanması hedeflenmektedir.
Pilot çalışmalarla başlayarak, kısmen özerklik verilebilecek bir okul örgüt modelinin bunu destekleyeceği düşünülmektedir. Pilot çalışmalarla başlayarak, kısmen özerklik verilebilecek bir okul örgüt modelinin bunu destekleyeceği düşünülmektedir.

Eğitimde özelleştirme arttıkça eğitimin doğasına aykırı olan öldürücü rekabet, kıyasıya piyasalaşma ve rant beklentisi artmaktadır. Diğer yandan, mevcut durum da iç açıcı bir görüntü vermemektedir. Kamunun merkeziyetçi, tek tipçi finansman modeli bakış açısı donuklaşmış, sahici olmayan bir eğitim sistemi ortaya çıkarmaktadır.

“Bir eğitim sisteminin kalitesi, öğretmenlerinin kalitesini aşamaz”

Günümüzün yarar odaklı olan Pragmatizm-İlerlemecilik temelli eğitim sistemlerine bakıldığında, insan yetiştirmekten ziyade küresel ekonominin gereksinim duyduğu becerilere sahip “birey” yetiştirmek öne çıkmaktadır.

Türkiye’ye ait olgunlaşmış bir felsefe ve kavramsal çerçeve olmadığı ve gerçekleştirilmesi zaman alacağı için programın ilk yıllarında mevcut durumun iyileştirilmesi hedeflenmektedir. Uzun vadede ise, eş zamanlı olarak özgün bir kavramsal çerçevenin geliştirilmesi öngörülmektedir. Çağdaş dünyanın eğitim felsefesini, kavram ve uygulamalarını benimsemek cazip bir seçenekmiş gibi görünse de özgün bir tasarım yapma olanağı sunamamaktadır. Çünkü ülkeler kendi koşullarında, kendi anlam ve değer sistemi içinde özgün bir eğitim modeli üretmeden yaratıcı bir karaktere kavuşamaz. “Gelişmiş” ülkelerdeki mevcut eğitim sistemlerinin insan yetiştirme yerine ekonomiye uygun becerilere sahip bireyler yetiştirmeyi hedeflemesi, çözümü baştan sınırlamaktadır

Öğretmen-öğrenci ilişkisinde her zaman demokratik bir usta-çırak ilişkisi bulunmalıdır. Sanılanın aksine öğretmen pasif bir yol gösterici değil, olumlu anlamda rehberlik yapan bir otorite olmalıdır. Buradaki otorite öğretmenin merkeze alınması değil, öğrencinin aktif bir şekilde yönlendirilmesidir. Öğrenci öğretmeni bilgi otoritesi görmüyorsa zaten iletişimin kalitesi düşecektir. Bu nedenle artık kaybettiğimiz bir üst akıl olarak öğretmen otoritesini yeniden sağlam bir temele oturtmak zorunluluktur.

UEP, öğrenme-öğretme süreçleri açısından yukarıda ifade edilen kısıtlar çerçevesinde ilerlemeci felsefeyi dikkate almaktadır. UEP’in bir diğer felsefi boyutu aksiyoloji, yani değerler, etik ve estetikle ilgilidir. Erdemli, evrensel ahlaki değerleri içselleştirmiş, dürüst, sanatın ince ayarından geçmiş duyarlı insanlar yetiştirmek, UEP’in bir diğer felsefi beklentisidir. Tasada, kıvançta birleşebilen bir toplum olmanın yolu bu tür değer, etik ve estetik ön koşullara dayalıdır.


Özetle, Ulusal Eğitim Programının felsefesi; toplumun ortak değerlerini önemseyen, evrensel etik değerleri özümsemiş, estetik kaygısı ve duyarlılığı olan, evrendeki tüm canlı/cansız varlıklarla bütünleşmiş, bilgiyle ilişkisini tutkuya dönüştürmüş, insanın yararını gözetmeyi ve potansiyelini açığa çıkarmasına olanak sağlamayı erek edinen bir anlayışa dayalıdır

Bireysel katmanda her bir öğrencinin doğuştan getirdiği potansiyelini, adalet temelli bir yaklaşım içinde hayata geçirmesi için fırsat sunmak amaçlanmaktadır.

“Öğrenmenin Doğası” (2010) kitabında, eğitim ve öğrenimin en üst hedefi olarak konu alanlarında “esnek yetkinlik” kazanma vurgusu yapılmaktadır. Esnek yetkinlik, anlayarak
öğrenilmiş bilgi ve becerileri esnek ve yaratıcı biçimde farklı durumlarda kullanabilmek olarak tanımlanmaktadır. Böyle bir yetkinliğe sahip olabilmeleri için öğrencilere verilen görevlerin, hızlı, net, anlayarak yapılabilecek nitelikte, ucu açık, performansa dayalı ve aktif katılımcılık gerektiren etkinlikler olması gerekmektedir. Gelecekte lüzumlu olacak becerilerin şimdide yaşatılması, eğitimin en zorlayıcı görevleri arasındadır.

Bilindiği gibi, doğada belirli bir alanda bulunan canlılar ve bunları saran çevrenin karşılıklı
ilişkileri ile meydana gelen ve süreklilik gösteren bütüne “ekosistem” denilmektedir

Okul özerkliğinin kapsamı, okulun kendi öğretmenini seçebilmesinden kendi programını oluşturabilmesine, bütçesini yapabilmesinden kendi harcamalarını gerçekleştirebilmesine kadar uzanan kapsamlı bir süreçtir.

Mevcut MEB merkezi örgüt modelinin büyük ölçüde değiştirilmesi gerekli görülmemektedir. Merkez örgütünün bazı yetkilerini illere, illerin bazı yetkilerini Etkileşimli Eğitim Bölgesi Direktörlüklerine ve okullara aktarması yeterli olmaktadır.

Okul kurumu güçlendikçe ailenin etkisi zayıflamaktadır. Oysa terbiye denilen unsur, daha çok ailenin gözetiminde edinilmesi gereken boyutları içermektedir. Çocuğun eğitiminin sadece okul odaklı düşünülmesi, ailedeki ve okul dışındaki alanda “eğitim” kısmını zayıflatmıştır. Çünkü okul, “öğretim”sel içerikleri öncelikle ele almaktadır. Bu nedenle dini ve kültürel bazı hususların öncelikle aile terbiyesi içinde değerlendirilmesi, ayrı bir önem taşımaktadır. İnançları saygıyla karşılayan gerçekçi bir laiklik anlayışı bunun teminatı olabilir.

Eğitim sisteminin etik kodlar üzerine oturtulması, hem toplumun sahip olduğu ahlaki değer
ve inançların aktarılmasına hem de eğitimin doğrudan veya dolaylı olarak etki alanlarının
“iyi bir birey, iyi bir toplum, iyi bir sistem” anlayışıyla yeniden organize edilmesine yol açacaktır. Bir toplumu bir arada tutan etmen, anlam birliği ve paylaşılan ortak değerlerdir.

Örneğin, Avusturalya’nın Victoria eyaletinde eğitsel hedefler tüm okul müdürlerinin katıldığı geniş toplantılarda belirlenmiş ve bundan sonra okul bazında sorumluluk almaları mümkün olmuştur

MERKEZİ-YERİNDEN YÖNETİME GEÇİŞ VE ÖZERK OKULA DOĞRU

Mevcut eğitim sistemi merkezi yönetim anlayışı nedeniyle birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Bu bölümde, UEP tarafından merkezi yönetimin ve yerinden yönetimin avantajlarını bir araya getiren ve sistem için yeni bir formül olarak değerlendirilebilecek merkezi-yerinden yönetim anlayışı tanıtılmaktadır

UEP’de üç ana yönetim birimi bulunmaktadır. Bunlar; Milli Eğitim Bakanlığı, İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Etkileşimli Eğitim Bölgesi Direktörlüğüdür.

Etkileşimli Eğitim Bölgesi (EEB); bir yerleşim yerinde tüm öğretim kademelerinde eğitim
hizmetlerini ve program ihtiyaçlarını karşılayan bölgedir ve bu bölgeler Etkileşimli Eğitim
Bölgesi Direktörlükleri (EEBD) tarafından yönetilmektedir. EEBD’ye bağlı yeteri kadar okul öncesi kurumu, ilkokul, ortaokul ve lise bulunmalı, yerleşim yerindeki tüm öğrencilerin program ihtiyaçlarını karşılayacak büyüklükte bir coğrafi bölge oluşturulmalıdır.  EEB, bölgede yaşayanların eğitim ihtiyaçlarının büyük ölçüde o bölge içerisinde karşılanmasını sağlamakla yükümlüdür. Bütün yönetsel ve eğitsel planlamaların bu doğrultuda gerçekleştirilmesi esastır. Bu yapılanma EEB Direktörü tarafından yönetilmektedir.Her okul kendine özgü bir amaç, yapı ve süreç özelliği gösterebilmektedir. Bu nedenle, her okul için asgariden başlayarak çeşitli düzeylerde standartların tanımlanması ve okullara sistemdeki yerlerini gösterme görevi üstlenen bir mekanizmanın kurulması gerekmektedir. Bu standartlar nicelik ve niteliği bir arada ele alarak eğitim öğretim sürecinin tam kapasite işleyebilmesi için gereken insan kaynağı, alt yapı vb. açılardan kapsayıcı bir çerçeve sunmaktadır. Böylece okullar ortak bir çerçeveye dayalı olarak kendisi için hedef belirleme olanağına sahip olacaktır. Yönetim, insan kaynakları, eğitim hizmetleri, fiziksel yapı ve donanım konusunda belirlenmiş ölçülebilir standartlar temel alınarak, okulların kalitelerini artırmaları mümkün olabilecektir. Okulların bu standartları sağlamadaki yeterlilikleri, Dijital Okul Portfolyolarına yansımakta ve okulların derecelendirilmesinde rol oynamaktadır. Okullarla ilgili asgari standartlar merkezi olarak sağlandıktan sonra, her bir okul derecelendirilmiş standartlara göre sıralanmaktadır.

Okullarda elde edilen gelirlerin EEBD’lerde toplanması esas teşkil etmektedir ve bu gelirler
Okul Gelişim Planları doğrultusunda okullar adına kullanılacaktır. EEBD bünyesindeki okullar konumları, çevreleri ve kapasiteleri açısından birbirinden farklılaşacağından, her okulun kendi bünyesinde oluşan kaynağı kullanması okullar arası farklılıkların açılmasına sebep olabilecektir. Bu durumda dengeyi sağlamak  EEBD’lerin görevi ve sorumluluğudur. Ancak okulların kendi eğitim programları kapsamında oluşturdukları kaynaklar, örneğin üretime dayalı mesleki programlar vasıtasıyla oluşan gelirler, o okuldaki öğrenci, öğretmen ve eğitim lideri ile diğer personelin yarattığı değer olacağından, bu tür gelirler, EEBD ve okul işbirliği ile okulun gelişim planları doğrultusunda o okul için harcanır.

UEP özel okullara uygulanan mevcut teşviklere son verilerek tüm özel öğretim kurumlarına KDV’de tam muafiyet sağlanmasını ve zorunlu eğitim hizmetlerinden vergi alınmamasını önermektedir.

ETKİLİ EĞİTİM LİDERLERİ YETİŞTİRMEK

Öğrencilerin kendi potansiyellerini ortaya çıkarmasında öğretmenler doğrudan bir etkiye sahip olsalar da, sadece öğretmen ve öğrenci arasındaki verimli ilişki; bir okulu başarılı, okul iklimini eğitim odaklı, olumlu ve sürekli gelişime açık tutmaya yeterli değildir. Eğitim ve öğretim sürecinin nitelik ve verimliliğinin sağlanması, olumlu ilişkiler kurulması, okul kültürünün zenginleştirilmesi ve okul atmosferinin iyileştirilmesinde ana aktör eğitim lideridir. Bu nedenle, Ulusal Eğitim Programı kapsamında eğitim liderlerinin idari rolleri azaltılıp eğitimsel liderlik rolleri artırılmakta ve eğitim liderleri değişim yönetiminin itici gücü konumuna yükseltilmektedir.

Kendisinin ve okulunun değişime ayak uydurmasını sağlamakla yükümlü olan liderler, tüm bu süreçlerde okula sürekli gelişim imkânı sunacaktır. Öğretmenler arasında motivasyon, katılım ve koordinasyon sağlayarak, başarıyı ve kaliteyi artırmak için okullarını öğrenen bir okula dönüştürür. Etkili liderler, öğretmen ve öğrenciler dâhil olmak üzere tüm paydaşların performanslarını iyileştirmek için okulun öğrenen bir toplum olmasında yardımcı ve yol
göstericidir.

Böyle bir sistemin; bürokrasiye dayalı yönetici atamalarından ziyade uzmanlığa,
eğitime, veriye, performans ölçütlerine dayalı olması öngörülmektedir. Bu nedenle UEP, eğitim liderlerinin eğitimi ve mesleğe seçimi ile ilgili temel ölçütleri belirlemektedir. İyi bir öğretmen olmak, kişinin iyi bir eğitim lideri olacağı anlamına gelmemektedir. Fakat eğitim lideri olabilmek için başvuran kişilerin mesleki deneyim sahibi olmaları bir ön koşuldur. Eğitim liderliği öğretmenlik becerilerinden farklı beceriler gerektiren bir uzmanlık alanıdır. Bu nedenle eğitim lideri olarak görev yapacak kişilerin, üniversitelerle kurulacak olan işbirliği ile geliştirilecek, UEP’le uyumlu Eğitim Liderliği Yüksek Lisans programını başarıyla tamamlamaları beklenmektedir. Bu çerçevede düzenlenecek lisansüstü programların içerikleri kuram ağırlıklı içerikten kurtarılarak, okul içindeki yaşamı ön plana alacak şekilde yeniden kurgulanmalıdır.

Seçim süreçlerinde işleyecek mekanizmada, eğitim liderliği kadrosu boşalan okullar EEBD tarafından ilan edilir. İlgili okulda eğitim lideri olarak görev yapmak isteyen adaylar dosyalarını hazırlayarak Okul Yönetim Kurullarına başvurur ve dosyalarını sunar. Değerlendirmede asgari ölçüt Eğitim Liderliği Yüksek Lisans Diplomasına ve en az beş yıllık öğretmenlik tecrübesine sahip olmaktır. Asgari ölçütleri sağlayan adaylar, Okul Yönetim Kurulu tarafından aşağıda sunulan ölçütler çerçevesinde çoklu değerlendirmeye tabi tutulur. Somut ve ölçülebilir göstergelere göre puanlanacak olan ölçütler;

Ülkemizde, terfi sistemi ve kariyer gelişimi sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Terfi sistemi meslekte ilerlemeye referans verirken, kariyer gelişim modeli bir uzmanlaşmaya işaret etmektedir. Bu çerçevede ele alındığında, UEP kapsamında bir eğitim liderinin öğretmen kökenli olması zorunluluk olduğundan, eğitim liderliği kariyer gelişimi sürecinde elde edilmiş
bir uzmanlık alanıdır. Bu çerçeveden hareketle, eğitim liderlerinin terfi modelinin oluşturulması hem bireylerin mesleki gelişimi hem de eğitim sisteminin verimlilik ve nitelik kazanması açısından önemli görülmektedir.

Seçim süreçlerinde işleyecek mekanizmada, eğitim liderliği kadrosu boşalan okullar EEBD tarafından ilan edilir. İlgili okulda eğitim lideri olarak görev yapmak isteyen adaylar dosyalarını hazırlayarak Okul Yönetim Kurullarına başvurur ve dosyalarını sunar. Değerlendirmede asgari ölçüt Eğitim Liderliği Yüksek Lisans Diplomasına ve en az beş yıllık öğretmenlik tecrübesine sahip olmaktır. Asgari ölçütleri sağlayan adaylar, Okul Yönetim Kurulu tarafından aşağıda sunulan ölçütler çerçevesinde çoklu değerlendirmeye tabi tutulur. Somut ve ölçülebilir göstergelere göre puanlanacak olan ölçütler;
Başvuruda bulunulan okulun gelişimine yönelik öneri niteliğinde taslak gelişim planının Okul Yönetim Kuruluna sunumu (%10)
Adayın portfolyosu (%90)  Eğitim arka planı (çift ana dal eğitimi, lisansüstü eğitim, ek eğitim ve akredite sertifikalar, alınan ödüller vb.)
ŸYardımcı eğitim liderliği uygulamaları,
ŸÖğrenci-veli- eğitim lideri değerlendirmeleri,
ŸYabancı dil bilgisi,
ŸFarklı iş deneyimleri ve sosyal beceriler,
   Teknoloji yetkinliği.


Sonuç olarak hala ana fikir daha çok öğretme ve bilişsel gelişim sağlamak olarak görülmektedir. İyileştirmeler; öğrenci gelişimini bütünsel olarak ele almadığı için, eski mekaniklerle çalışan ana yapı üzerine dünyada popüler olan bazı uygulamaların parça parça ilave edildiği bir görüntü vermektedir. Öğrenme ve öğretim uygulamalarında kazanımlara odaklanmak önemli bulunmakla birlikte, yeterli değildir. Zaten özünde aşırı vurgulanan kazanımlar öğrencinin bilgiyi yapılandırma sürecinde bireysel farklılıkları yeterince dikkate alamamaktadır. Sistemin beceri kazandırabilme yetkinliğini ön planda tutması gerekmektedir. Ne var ki, öğrencinin özellik ve yeterliklerinin bireysel bağlamda profesyonelce tanımlanmadığı ve temel amaçların öngörülen “insan modeli” etrafında buluşmadığı program merkezli uygulamalarda beceri geliştirme çabaları sınırlı kalmaktadır.

Hem eğitim fakültelerinde hem de MEB’deki hizmet-içi eğitim etkinliklerinde yapılandırmacı bakış açısı sıklıkla gündeme gelmektedir. Öğretim programları, ders kitapları gibi kaynaklarda okul bilgisi ile yaşam bilgisinin birbiriyle olan ilişkisi özellikle vurgulanmaktadır. Buna karşın, öğrenciler, aileler, öğretmenler daha etkili ve kalıcı bir öğrenme-öğretme yerine hızlı soru çözmeyi sağlayan tekniklere yönelmektedirler. Böylece olması gerekenle olan durum arasındaki fark giderek artmaktadır. Sonuçta gerek öğretim programları, gerekse öğrenme öğretme modeli başarısız gibi algılanabilmektedir. Dolayısıyla eğitim sisteminin alt unsurları birbiriyle çelişen uygulamalar nedeniyle bir amaç kaymasına maruz kalmaktadır.

Benzer bir şekilde, UNESCO-Uluslararası EğitimBirimi (IBE, 1998), 21. yüzyılda eğitimsel içeriğin yeniden düzenlenmesi ve güncellenmesine yönelik dört ana boyut önermiştir:
1. Bilgi için öğrenme
2. Yapmak için öğrenme; sadece bir mesleki beceriyi değil, birçok durumla başa çıkma ve
takımlarla çalışma yeterliliğini elde etmek için öğrenme
3. Var olmak için öğrenme; kişiliğini daha iyi geliştirmek ve daha bağımsız davranabilmek için öğrenme
4. Birlikte yaşamayı öğrenme

Ulusal Eğitim Programı birinci bölümde belirtildiği gibi, bir felsefe üzerine oturmaktadır. Buna göre, toplumun ortak değerlerini önemseyen, evrensel etik değerleri özümsemiş, estetik kaygısı ve duyarlığı olan, evrendeki tüm canlı/cansız varlıklarla bütünleşmiş, bilgiyle ilişkisini tutkuya dönüştürmüş ve potansiyelini açığa çıkarmasını amaç edinen bir anlayış söz konusudur. Bu felsefeye uygun bir birey profilini dikkate almak ve gerekli mekanizmaları oluşturmak, UEP’in hedefleri arasındadır. Bu hedefler yetişecek insan profilinin hem yerel hem de evrensel norm ve uygulamalara daha fazla odaklanmasını gerektirmektedir.

Enerjinin nasıl üretileceğini anlatmak ve bunu fiziğin konusu olarak görmek yerine; öğrenciye, sağlıklı bir çevrede insanların geri dönüşüm ve enerji ihtiyacı ikilemini de içerecek şekilde bu taleplerin nasıl karşılanacağını ilişkin bir problem/ durum sunmak daha önemli bulunmalıdır. Bu amaçla, düzenlenen “yarı hümanist” program uygulamalarına odaklanmak yerine, insani yeterlik ve becerileri geliştirmeye yönelik çalışmalarda bulunmak daha proaktif
görünmektedir

Öğretmenler bilginin kaynağı olarak değil, bilgiyi öğrenciyle birlikte oluşturan öğrenmeyi kolaylaştırıcı “ustalar” olarak görülmelidir.

Öğretim tasarımı öğretmen için daha çok “anlatmak” değil, öğrenciyi “dinlemek” ve öğrencinin bireysel özellikleri üzerinden “öğrenmeyi” kurgulamaktır

Gerçek yaşam problemlerine vurgu yapan, çocukların araştırma ve keşfetmesine fırsat veren ve öğrencilerin bildiklerini anlamlı yollarla pratiğe dökmelerini sağlayacak nitelikteki öğretim programları önemsenmelidir.
UEP; bilgi toplumu paradigmasını, “yaşam becerileri” ile “başarı kimliği” arasındaki ilişkiyi sağlayacak içerik, yöntem ve kaynak düzenlemelerini içeren bir ekosistem olarak ele alır.

Yaygın öğretim modelleri arasında davranışsal, bilgi-işleme, sosyal etkileşim ve bireysel modeller sıralanmaktadır. UEP daha ziyade bireyin çevreyle etkileşimi sonucunda ortaya çıkan sosyal etkileşim modeline yakın bir duruş sergilemektedir. Böyle bir ortamda, bireylerin demokratik süreçler içerisinde üretken bir toplumsallaşma ve bireyselleşme yaşaması beklenmektedir

Öğretim stratejileridir. Bu stratejiler, konu seçimi, konu çözümlemesi, öğretimin psikolojik esasları, uygulanacak öğretim yönteminin seçimi gibi bir dizi eylemle ilgilidir. Stratejiler ders süresince öğrenci, öğretmen ve öğretim kaynakları arasındaki etkileşimin yönlendirilmesinde katkı sağlar. Öğretim modelleri bir ya da daha fazla stratejiyle birlikte işe koşulabilir. Stratejiler doğrudan, dolaylı, etkileşimli, deneysel ve bağımsız çalışma olarak sınıflandırılabilir. Aslında kültürel kodlar açısından mevcut sistemdeki öğretmenler, öğretmen merkezli olan doğrudan öğretim stratejilerine daha yatkındır. Bu strateji, anlatım, gösteri, tekrar, didaktik soru sorma gibi yöntemleri içermektedir. Tümdengelimci bir anlayışa sahip olan doğrudan öğretim stratejileri, kalıcı ve esnek becerilerden çok bilginin öğrenciye aktarılmasını önemsemektedir

Çin, Japonya, Finlandiya, Avustralya, Malezya, Singapur gibi eğitimde ön plana çıkmaya çalışan ülkeler, yıllar içinde daha az bilgi ancak daha çok bireysel yaşantı yoluyla gelişimi tercih etmektedirler. Artık bilgiyi aktararak yaşama ait sorunların çözülebileceği beklentisi zayıflamıştır. Yeterlikler, beceriler ve özellikler üzerinden şekillenen bilgi, düşünme hızı, problem çözme ve birikim oluşturmayı kolaylaştırmaktadır. Bu bağlamda okul gerçek bir yaşam alanı olarak düzenlenmekte, insanın tüm gelişimini, mutluluğunu ve düşünme becerilerini yaşam becerilerine dönüştürmeyi hedeflemektedir.

Her bir öğrencinin eğitim-öğretim özgeçmişini içeren dijital bir portfolyonun varlığı kalitenin artmasına hizmet edecektir. Öğrencinin eğitim süreçleri boyunca aldığı rehberlik ve yönlendirme çalışmalarının, katıldığı sosyal etkinliklerin, toplumsal sorumluluk projelerinin, kariyer çalışmalarının, başarılı olduğu programların ve öğrenme özgeçmişi kaydının tutulması, e-okul vasıtasıyla bu bilgilerin öğrencinin bir üst kademeye geçişinde başvurulacak bir kaynak olması sağlanmaktadır

Nitelikli eğitimin öğrencilere ulaşmasında en önemli rol öğretmenlere düşmektedir. Yakın gelecekte öğretmen açığını kapatacak olan Türkiye’nin eğitim sisteminde elde edeceği başarı, nitelikli öğretmen sorununun çözülmesi ve mevcut öğretmenlerin niteliğinin artırılmasına bağlıdır. Ancak, her sınıfa nitelikli ve adanmış öğretmenlerin ulaşması, tek bir kurumun çabalarının değil, tüm toplumun dâhil olduğu ekosistem yaklaşımıyla mümkün olacaktır

UEP’de öngörülen sistem öğretmenlerin mesleki gelişimleri desteklemek amacıyla fırsat ve imkânlar yaratmaktadır. Öğretmenlerin bu fırsat ve imkânlardan yararlanarak bir eğitim- öğretim yılı içerisinde 30 kredilik mesleki gelişim eğitimlerine katılımları gerekmektedir. Her bir tam günlük eğitimin maksimum kredisi iki olmak üzere eğitimlerin kredilendirilmesi
EEBD’ler tarafından yapılmaktadır.

UEP kapsamında ele alınan öğretmen görev ve sorumlulukları, mevcut yapıya kıyasla öğretmenlere yoğun bir gündem getirmektedir. Ancak dönüşümle beraber öğretmenlerin sınıf içinde etkin geçirecekleri süreler azalmaktadır. Bununla beraber öğretmenlerin okulda geçirecekleri sürenin tam zamanlı bir yapıya kavuşması, süreçlerde verimlilik sağlayacak, öğretmenlere destek olacak stajyer öğretmen gibi destek eğitim kadrosunun varlığı öğretmenlerin yüklerini azaltacaktır.

Bu nedenle eğitim fakültelerinde öğretim elemanı olabilmek için üç yıllık okul deneyimi şartının getirilmesi ve süreçteki diğer ölçütlerin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

UEP’in uygulamaya koyduğu çözüm, üniversite bünyesinde var olan eğitim fakültelerine ek olarak, üniversiteler bünyesinde yer alan ancak eğitim fakültelerinden bağımsız öğretmen akademilerinin kurulmasıdır. Yeni yapılanma ile öğretmen adayları eğitim fakültelerini ya da öğretmen akademilerini tercih edebilmektedir. Eğitim fakülteleri ve öğretmen akademilerinin eğitim süresi dört yıldır ve son yılı sadece stajyerlik uygulaması kapsamında okulda gerçekleştirilecektir

Öğretmen akademilerindeki eğitim, uygulamadan gelen öğretmen eğitimcileri ile uygulamaya dönük olarak kurgulanan, kuram ve uygulamayı eşgüdümlü ilerleten bir yapıya sahiptir. Öğretmen akademilerinin temel hedefi; öğrencilerini UEP kapsamında belirlenen öğretmen görev, sorumluluk ve standartlarını dikkate alarak mesleğin icrasına hazırlamaktır.
Öğretmen akademilerindeki öğretim elemanlarının %70’inin uygulamadan gelen kişilerden oluşması gerekmekte ve belirli ölçütlere sahip olmaları beklenmektedir.

Öğretmen akademisinin kurulmasındaki ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak; ilk etapta akademik personelin en az yüksek lisans mezunu ve on yıllık öğretmenlik tecrübesi olması beklenmektedir ya da doktora derecesine sahip olarak beş yıllık öğretmenlik tecrübesinin bulunması gerekmektedir. Öğretmen akademisindeki öğretim elemanlarının akademik kariyer ilerlemesinde öncelik öğretmen eğitimine yönelik performans ölçütlerine verilmekte, yapılan akademik çalışmaların yükselmedeki oranları düşük tutulmaktadır. Öğretmen akademilerinin bir üniversite çatısı altında olmaksızın, bağımsız birimler halinde kurulabilmesi de mümkün olabilir; bu suretle üniversitelerin mecburi standartları dışında esnek yapılar oluşturulabilir.



Öğretmen Alımları;
Öğretmenlik uygulamalarını temel alan merkezi sınav: Mevcut KPSS uygulamasının iptal edilerek, adayların genel yeteneklerinin saptanmasında kullanılacak bilimsel testleri içerir.
Dijital Öğretmen Portfolyosu: Öğretmen adaylarının öğretmenlik uygulamalarında aldıkları dersler, sertifikalar vb. etkinliklere yönelik bilgileri içeren portfolyolarıdır.
Ağırlıklı Not Ortalaması: Öğretmen adaylarının lisans öğrenimlerinde edindikleri ders
notlarının ortalamasıdır.
Çift anadal yapmış olmak. Lisans Eğitimi Birikimli Eğitici Karar Puanı:
Lisans öğrenimleri sürecinde öğretim elemanları ve Öğretmenlik Stajı Yaptırmaya Yetkili Öğretmenlerin; ölçülebilir ve ölçütlendirilmiş yapıda sorumluluk düzeyi, kişisel düzen, organizasyon becerisi, bağımsız çalışma ve işbirliğini içeren beş somut değişken üzerinden verdiği puanların ortalamasıdır. Bu sistemde en yüksek ve en dü¬şükpuanların ortalamadan çıkarılması ile güvenirliğin artırılması sağlanır.
Yabancı dil düzeyi.Yapılacak görüntülü mülakat: Ölçütlendirilmiş ve ölçülebilir göstergelere dayalı olması zorunlu olan mülakatlardır.
Öğretmen adayının tercihleri: Türkiye genelindeki EEBD’lerde açılan kontenjanlar dâhilinde
öğretmen adaylarının çalışmak istedikleri okul tercihleridir.
UEP kapsamında belirlenen öğretmen standartları, öğretmen gelişiminin değerlendirilmesi sürecinin bir parçasıdır. Belirlenen standartların uygulamaya nasıl yansıyacağı ve ölçümlerinin nasıl yapılacağı ortaya konulduktan sonra, öğretmenler yıl boyunca hazırlanacak yazılım üzerinden izlenecektir. Süreç içerisinde öğretmene geri bildirim verilecek ve öğretmenin kariyer gelişimi desteklenecektir. Bu konuda hiçbir ilerleme veya katılım göstermeyen öğretmenler üç yıl içinde bir yaptırımla karşılaşabilecektir.

UEP’de öğretmenler için terfi modeli, öğretmenin atanmasıyla başlayan bir süreçtir. Öğretmen görevi boyunca yıllar bazında farklı unvanlara göre terfi almaktadır. Bu kapsamda ilk yıl aday öğretmen olarak sisteme giren öğretmenler, EEBD’den aldığı yoğun uygulama desteği hizmetleri sonrasında ve çoklu değerlendirme sonucunda öğretmen olmaya hak kazanırlar. Sonrasında ise, yıllara göre yükselmelerde kullanılan unvanlar; öğretmen, uzman yardımcısı öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmendir. Öğretmenlerin tabii olduğu terfi modelinde ilerlemeleri iki temel ölçüte bağlıdır. Bunlardan ilki, bu unvanlardan birini kazanabilmek için gereken yılı doldurmaktır. İkinci ölçüt ise, EEBD’nin desteğiyle oluşturulan Dijital Öğretmen Portfolyoları aracılığıyla öğretmen performansının belirli bir puan düzeyinin üstünde olmasıdır. Söz konusu unvanlar bir sınavla kazanılmaz.


Zorunlu hizmetin sistemde yer alması, her sınıfa nitelikli ve adanmış öğretmenin ulaşmasının önemli bir parçasıdır. Ancak bu kapsamda öğretmenliğe yeni başlamış ve tecrübesi az olan herkesin, mesleğe başlar başlamaz zorunlu hizmete tabi olması, nitelik açısından fark yarattığından istenen adalet anlayışı gerçekleştirilememektedir. Bu nedenle, tüm öğretmenler bir yıllık deneyim edindikten sonra, beş yıl içerisinde zorunlu hizmet kapsamındaki bölgelerde, okulun bulunduğu yerin niteliğine göre aralıksız iki yıl görev yapmakla yükümlüdür. Zorunlu hizmet bölgelerinde çalışan öğretmen ve aday öğretmenlere, görev yaptıkları süre boyunca, iki yıllık zorunlu hizmetleri dâhil olmak üzere yüksek maaş politikası uygulanmaktadır. İki yıllık zorunlu hizmetini yapmamış öğretmenlerin, kariyer ilerleme basamaklarından herhangi birine geçişleri mümkün olmamaktadır.

Okulların kapalı olduğu üç haftalık ortak tatil süreci tüm öğretmenlerin yıllık tatil izni süresini oluşturmaktadır. Öğretmenlerin tayin süreçleri de bu üç haftalık ortak tatil döneminde yapılmaktadır. Bu sayede ara dönemde tayinlerinin eğitim öğretim süreçlerine etkisi ile yaşanan sorunların önüne geçilmektedir. Öğretmenlerin adaptasyonlarını sağlamak amacıyla üç haftalık ortak tatilden önce tayinler belirlenerek, atama süreçlerinde yaşanan sorunlar önlenebilecektir. Öğretmenlerin üç haftalık ortak tatillerine ek olarak, üç haftalık izin kullanma hakkı bulunmaktadır. Bu süreler dışında kalan eğitim öğretim günleri ve dönem arası öğrenci tatilleri öğretmenlerin işgünü kapsamındadır. Böylece okulların belirli eğitimler için kullanılması, öğretmenlerin hizmet-içi eğitimleri, öğretim süreçleriyle ilgili planlama ve çalışmalarına yönelik benzeri faaliyetler için gerekli zaman dilimleri oluşturulmuş olacaktır

Türkiye genelinde kurulacak 3.000 civarındaki EEBD’lere, sistemde var olan öğretmen ve diğer uzmanlar personel olarak geçeceği için UEP’in uygulamaya konulduğu ilk yılda yapılacak atamalar bu durum göz önünde bulundurularak yapılmalıdır.

Örgün eğitim içerisinde yer alan kademeler sırasıyla; okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lisedir. Türkiye’deki zorunlu eğitim süresi 2015 itibariyle 12 yıldır ancak okul öncesi eğitim zorunlu eğitim süresinin dışında tutulmaktadır. UEP kapsamında 13 yıllık zorunlu eğitim süresi, 1 yıl okul öncesi, 5 yıl ilkokul, 1 yıl ortaokula bağlı İngilizce hazırlık, 3 yıl ortaokul ve 3+1 yıl lise olarak düzenlenmiştir. Bir yıllıkokul öncesi eğitim, 2018-2019 eğitim öğretim yılı itibariyle zorunlu eğitim süresine dâhil edilecektir. İlkokulun 5 yıl olması oturmuş bir geleneğin devamı, öğretmen kadrosu ihdası, öğretim programlarının 5 yıllık ilkokula göre kökleşmiş olması vb. etkenlerden dolayı tercih edilmektedir. 1 yıllık hazırlık sınıfı ise yine 5+3 uygulamasının olduğu dönemlerde Anadolu Liselerinin ilkokul sonrası hazırlık sınıfı uygulaması düşünülerek konulmuştur. Toplumun hafızasında konuyla ilgili olumlu çağrışımlar bulunmaktadır. Bu uygulamanın aşamalı olarak, olanaklar genişledikçe yaygınlaştırılması ve büyük ölçüde 2022 yılında ülke geneline yaygınlaşması beklenmektedir.

Her öğrencinin bireysel ilerlemesi, akademik gelişimi ve kariyer planlaması birbirinden farklıdır. Bu sebeple, her öğrenci 4 yıllık lise eğitimi almak zorunda bırakılmamaktadır.
Yükseköğretime devam etmeyi düşünmeyen öğrenciler ile 4 yıllık lisans programına devam etmeyi düşünmeyen öğrenciler daha kısa süre içerisinde lise eğitimlerini tamamlayabilecektir. Öğrencilerin iş hayatı içerisine daha hızlı atılma istekleri, bu noktada dikkate alınmaktadır. Anadolu Liselerinde okumakta olan ve 4 yıllık lisans programlarına devam edecek öğrenciler için ise, eğitim süresi 4 yıldır. Yükseköğretime devam etmeyi düşünmeyen öğrenciler ile 4 yıllık lisans programı devam etmeyecek Anadolu Liselerindeki öğrenciler için lise 3 yıldır ve zorunludur. Bilim Liselerinde, eğitim süresi 4 yıldır. Her bir eğitim kademesi farklı yaş gruplarını kapsamaktadır. Okul öncesi eğitim 5 yaş, ilkokul 6-10 yaş, ortaokul 11-14 yaş iken lise 15-17/18 yaş grubunu kapsamaktadır.

Türk Eğitim Sisteminde okulların çalışma takvimleri tarım toplumu ölçütlerine göre düzenlenmiş yapısı ile günümüzde de varlığını korumaktadır. Bilgi toplumunun getirileri doğrultusunda dönüşen okullardaki bu uygulamanın yeniden düzenlenmesi verim ve etkililiğini artıracaktır.

Yıl Boyu Eğitim Sistemi okulların bir yıl boyunca açık olabilecekleri bir akademik takvimdir. UEP kapsamında; en az altı en fazla on haftalık eğitim süresini takiben iki ya da üç haftalık tatil şeklinde toplamda 40 haftalık eğitim ve öğretim faaliyetleri yürütülecektir. Her bir grup tatillerine değişik zaman aralıklarında başlar ve bitirir. Ancak ülke genelinde Ağustos ayının son iki haftası ve Eylül ayının ilk haftası ortak tatildir.

Yıl boyu eğitim sisteminin avantajlarından biri, ikili öğretimin olduğu ve okulların yaklaşık üç ay boş kaldığı uygulama ile ortaya çıkan kaynak israfının önüne geçilebilmesidir. Ayrıca her eğitim bölgesinin kendi özelliğine göre eğitim takvimini belirleyebilmesinin önü açılmış,
böylece eğitim sürelerinin de yerel ihtiyaçlar doğrultusunda belirlenmesi sağlanmıştır. Ayrıca yıl boyu eğitim sistemi öğrencilerin uzun tatillernedeniyle öğrendiklerini unutma oranlarının azalmasını da sağlayacaktır. Araştırmalar, öğrenilenlerin yaz tatilinde kaybedilmesi sorununun özellikle ekonomik olarak dezavantajlı öğrenciler için daha belirgin olduğunu göstermektedir.
Bunların yanı sıra, eğitim kademlerine göre günlük en az ders saati okul öncesi eğitimde altı, ilkokulda altı , ortaokulda yedi, lisede ise sekiz saattir. Öğretim kademeleri için belirlenen süreler ve yaş düzeyleri çocuk gelişimi ve sistemin verimliliği gözetilerek belirlenmiştir.


Eğitim yolakları, öğrencilerin örgün eğitim boyunca hangi kademede, hangi ölçütlere dayanarak hangi dersleri ve/ya öğretim alınlarını tercih ederek ilerleyebileceğini ifade eden aşamalı yol haritası olarak tanımlanmaktadır. Etkili bir yolak uygulaması, öğrencilerin farklı alanlardaki kişisel gelişimlerini sağlayabilmelerine fırsat vermesi açısından değerlendirilmektedir.
Öğrencilere kendileri için bir yol haritası çizme olanağı sunmak, öğrencilerin kariyer bilincini geliştirmekte ve güçlendirmektedir.

UEP öğrencilerin belirli bir yeterlik düzeyine ulaşabilmeleri ve bireysel gelişimlerini bütüncül bir yapıda sürdürebilmeleri için düzenlediği alternatif yolakları iki çeşit lise türü altında uygulamaya sokmaktadır. Bu liseler;Anadolu Liseleri ve Bilim Liseleridir.
Bilim Liseleri 4 yıllık öğrenim süresine sahiptir ve bu liselerden mezun olan öğrenciler Bilim Lisesi Diploması almaktadır.

Anadolu Lisesi: Eski sistemde bulunan tüm lise türleri, Anadolu Liseleri bünyesinde toplanmaktadır. Bunun esas sebebi, ilerleme ve telafiye imkân sağlayan eğitim yolaklarının etkililiğini üst düzeye çıkarmaktır. Mevcut altyapının verimli ve etkili bir biçimde kullanılması için alt yapısı güçlü olan Mesleki ve Teknik Liseler meslek ağırlıklı bir eğitim verirken, diğerler liseler akademik ağırlıklı olacaktır.

Öğrenciler yükseköğretime devam etme tercihlerine göre Anadolu liselerinden 3 veya 4 yılda
mezun olabilmektedir. 4 yıllık üniversite programına devam etmek isteyen öğrenciler dört yıllık lise eğitimini tamamlayarak 12. sınıfın sonunda İleri Lise Diploması almaya hak kazanırlar.

Diğer öğrenciler ise, üç yıllık lise eğitimini tamamlayarak 11. sınıfın sonunda Standart Diploma almaya hak kazanırlar. Standart LiseDiploması alıp mezun olan öğrenciler, ileriki dönemlerde dört yıllık lisans programlarına devam etmek isterlerse, açık öğretime kaydolarak, eksik kredilerini tamamlayabilmekte ve İleri Lise Diploması alabilmektedir.

UEP’in ortaya koyduğu yeni eğitim modeli mesleğe verilen değerin yükseltilmesi hedefiyle
ilerlemektedir. Aynı okul ve aynı öğretim alanı içinde yer alan öğretim alt alanları akademik ve mesleki olarak ayrılmaktadır. Bu bakış açısının pratikte hayata geçmesini sağlamaktadır.
Bir öğretim alanı kapsamında yer alan farklı alt alanlardan bazıları mesleki bazıları ise
akademik ağırlıklıdır. Böylece öğrenciler aynı öğretim alanındaki farklı alt alanlardan ders alsa da, bu dersler benzer içeriklidir. Böylece lise içinde sınıflar arasında öğrenciler birden fazla alt alandan (çift ya da daha fazla ana dal) mezun olabilmekte ya da lise hayatları boyunca seçmiş oldukları alt alanları kişisel beceri ve yeterlikleri bağlamında değiştirebilmektedir. Bu uygulama ile dijital sanayiye uyum sağlamış, mesleki beceriye sahip
bireylerin yetişmesinin önü açılmıştır.


Lise Geçiş Modeli
Mevcut sistemde kademeler arası geçiş sürecindeki en büyük problemlerden biri çoktan seçmeli soruların odakta olduğu sınav sistemidir. UEP kapsamında ortaokuldan liseye geçiş sürecinde çağ nüfusunun yaklaşık %94’ü merkezi sınava girmeksizin lise kademesine geçiş yapabilmektedir. Sınava girecek %6’lık kesim ise ileri düzeyde eğitim veren Bilim Liselerine geçiş yapmak isteyen öğrencilerdir. Bu sistemde tek merkezi sınava bağlı bir yapı yerine çoklu değerlendirme esas alındığından, sınava bağlılık azaltılmıştır.
2. Bilim Liselerine Geçiş: Bu liseler, sistemde %2’lik dilimde yer alan üstün yetenekli ve üstün başarılı öğrencilere yönelik olarak yapılandırılmıştır. Bu liseler sayesinde, toplumdaki üstün yetenekli ve üstün başarılı öğrencilerin ortalamaya çekilmesinin önüne geçilerek, öğrencilere farklı bir pencere açmak mümkün olmaktadır.

Bu sistematik içerisinde yapılacak yerleştirmelerde dikkate alınacak ölçütlerin ağırlıkları sırasıyla; Bilim Lisesine Giriş Sınavı %60;
Ortaokul Ağırlıklı Yıl Sonu Not Ortalaması %10,
Dijital Öğrenci Portfolyo Puanı %20 ve Birikimli
Öğretmen Kararı Puanı %10’dur. Tercih veyerleştirmeler bu oranlar dikkate alınarak yapılmaktadır.

Anadolu Liselerinde Yolak Sistemi ve Sınıflar Arası İlerleme Basamakları
Tanıma, yönlendirme, yerleştirme ve izleme esaslarına dayalı olan ilerleme basamakları, öğrenciye lise eğitiminin her aşamasında tercih değiştirme esnekliği sağlamaktadır. Devam eden başlıklarda her sınıf düzeyinde, öğrencilerin geçebilecekleri olası ilerleme basamakları
tanıtılmaktadır.

Anadolu Liselerinde Yolak Sistemi ve Sınıflar Arası İlerleme Basamakları
Tanıma, yönlendirme, yerleştirme ve izleme esaslarına dayalı olan ilerleme basamakları,
öğ-renciye lise eğitiminin her aşamasında tercih değiştirme esnekliği sağlamaktadır. Devam eden başlıklarda her sınıf düzeyinde, öğrencilerin geçebilecekleri olası ilerleme basamakları
tanıtılmaktadır

9. sınıf itibariyle her öğrenciye aynı zorluk düzeyinde dersler vermek, bazı öğrencileri zorlarken bazıları için kolay olmasından dolayı sıkıcı olabilmektedir. Farklı yetenek düzeylerindeki öğrencilere hitap edebilmek amacıyla, lise yolaklarında öğrencilerin seçebilecekleri farklı zorluk düzeylerine sahip iki ders kümesi bulunmaktadır. 9. sınıfın başında tüm öğrenciler ileri (yeşil) veya standart düzeydeki (sarı) ders kümesinden birine yerleşirler. iki ders kümesinden hangisine yerleşecekleri; öğrencinin lisede devam etmek istediği öğretim alt alanı tercihi, ortaokul ağırlıklı yılsonu puan ortalaması, birikimli öğretmen kararı puanı ve dijital öğrenci portfolyo puanı üzerinden hesaplanan puanlama ile belirlenir.


Öğrenciler 9. sınıfta yapılan yoğun kariyer ve meslek tanıtım çalışmaları sonucunda, 10. Sınıftan itibaren öğretim alanlarına bağlı en az bir öğretim alt alanına yerleşir. Dileyen öğrencilerbirden fazla öğretim alt alanı tercih edebilirler. Bu seçimler farklı öğretim alanında olabileceği gibi, aynı öğretim alanından da yapılabilir. Böylece sistem çift ve daha fazla anadal yapılmasına izin verir. Öğrencilerin hangi alt alana yerleşebilecekleri, 9. sınıfta okudukları ders kümesine göre belirlenmektedir. 9. sınıfta sarı ders kümesini okumuş olan bir öğrenci, öğretim alanları altında yer alan sarı öğretim alt alanını seçebilirken, 9. sınıfta yeşil ders kümesini okumuş olan bir öğrenci yeşil öğretim alt alanını seçebilmektedir.

Anadolu Lisesi ve Bilim Lisesi Öğrencilerinin Bireysel Ders Programlarının Oluşturulması
Lise öğrencileri ders programlarını oluştururken öncelikle bulundukları sınıf düzeyinin zorunlu derslerini almakla yükümlüdür. Bu dersler; matematik, Türkçe, İngilizce, sosyal bilimler, fen, bilgisayar teknolojileri ve güzel sanatlardır. Bütün sınıf düzeylerinde zorunlu ve seçmeli dersler bulunmaktadır. Ancak zorunlu derslerin her koşulda seçmeli derslerden daha az olması tasarlanan sistemin gereğidir.

Yükseköğretime girişte özel bir yasal çerçevenin hazırlanması öngörülmektedir. Bu kapsamda
Bilim Liselerinden mezun olan öğrenciler iki alternatife sahiptir. Bunlardan ilki; Anadolu
Liselerinden mezun öğrencilere uygulanan ölçütlere bağlı kalarak yükseköğretim kurumlarına geçiş yapmalarıdır. İkinci alternatif ise, aşağıda belirtilen ölçütleri sağlayarak sınavsız geçiş hakkı elde edip yükseköğretim kurumlarına geçiş yapmalarıdır. Bu ölçütler;
1. Lisede Ağırlıklı Yılsonu Not Ortalamasının
5.00 üzerinden 4.80 ve üzeri olması,
2. Ulusal ve/ya uluslararası en az bir projede
yer almak,
3. Lisede seçtiği öğretim alt alanına ilişkin en
az bir staj tamamlamak,
4. Akredite kurumlardan en az bir sanatsal,
sportif ve/ya sosyal faaliyete katılım
göstermek,
5. En az iki öğretim alt alanını bitirmek.


Bilim Lisesi ve Anadolu Lisesi mezunları yukarıdaki koşulları sağlayarak Yükseköğretime girebilirler. Yapılan bu düzenlemeler ile 2022’den itibaren süreç içerisinde merkezi sınav tamamen kaldırılabilir. UEP büyük ve eski üniversitelerin kendi sınavlarını yapmasını önermektedir